15 Aralık 2020 Salı

İNTİHAR ORMANLARI/ Ezgi Durmuş

ARKA KAPAK

Düşüncesine dahi katlanamayıp başına gelirse öleceğini sandığı her şeye alışıyor insan. Dayanamam dediğin ne varsa ayağına yarım numara küçük bir ayakkabıyla uzun mesafe yürümek kadar canını acıtıyor en fazla. Ölümün en onursuz şekli belki de acıya alışmak. Acıya direnmekten bahsetmiyorum. Direnmek, acının varlığını kabullenmeyi gerektirir. Oysa alıştığın şeyin varlığını da kanıksarsın. Mücadele yoktur direnmekteki gibi. Boyun eğersin. Hatta bir zaman gelir, varlığını umursamazsın bile…



 ALINTI

"Bir suçlunun elinden özgürlüğünü alırsanız, işleyeceği suçlar ertelenir. Bir suçsuzun elinden özgürlüğünü alırsanız, iyiliğe ve adalete karşı var olan tüm inancını kaybeder ve kötüleşir."

"Dilini kontrol edebilirsin ama zihnini susturmanın bir yolu yok maalesef. İnsan kendine sağır kalamıyor."

"Unutmak, unutan kişi için mi ölmektir unutulan kişi için mi yoksa?"

"Bir anne baba için evladının büyümesi ne anlama geliyorsa, evlat için de ebeveynlerinin yaşlanması aynı şeyi ifade edermiş meğer; Kaybetme korkusu."



YORUM

Sonunu bildiğiniz bir kitabı okur musunuz? Cevabınız hayır olsa bile bu kitabı okuyacaksınız. Buna eminim.

Yazarın kalemi ile tanışmışlığım var. Kaleminin akıcılığı, net olması ve hazırladığı kurguların başarısını göz ardı edemeyiz. İntihar Ormanları uzun bir süredir okuma listemde olan bir eseriydi sonunda okudum ve garip bir burukluk var. Bu hissiyatını Ya Da Biz Masal Olmak eserinde de tatmıştım. Zaten bu hissiyat değil miydi devam etmemi sağlayan.

Başlangıçta demiştim ya sonunu bile bile bir eseri okur musunuz? Şahsen ben ilk okumaya başladığım zamanlarda çok isteksizdim lakin okuma alışkanlığım arttıkça bu isteksizliğim (tabi karşılaştığım kitaplarında etkisini unutmamak lazım) yavaş yavaş kırıldı. 

Bu esere gelecek olursak; Umut bize açıkça sonunu söylüyor. Her okuduğumuz başka bir sayfada söylediği sonun nasıl olacağı merakı ve bilinmezliği artıyor tabi. Sonu hakkında bildiğimi sandığım hem çok şeyle karşılaştım, hem de hiç karşılaşmadım. Aslında ben son nedir bilmiyormuşum. 

Umut ve İzin hikayesini okumak bir o kadar güzel bir o kadar üzücü ki. Bu iki karakter sayesinde yaşamanın, hatırlamanın değerini bir kez daha anladım, hatırladım. 

 Unutmaktan korkuyor musunuz? Eserin aslında ana fikirlerinden birisinin sorusu bu soru diyebilirim.

Benim cevabım hem evet hem hayır. Evet korkuyorum, beni ben yapan şeyleri hatırlamayacak olmak çok ürkütücü. Her seferinde kendimi tanıyacak olma düşüncesi çok yorucu ve sonsuz. Hayır korkmuyorum, her unutuluşta yeni bir ben ortaya çıkacak belki de. 

Velhasıl çok fazla uzatmak istemiyorum. Kalemi hakkında söyleyeceğimi söylediğimi düşünüyorum. İntihar Ormanları güzel bir başlangıç olur mu diye sorarsınız bence olur. Diğer eserleri ile bağımsız lakin kendi düşüncelerini her eserinde farklı kurgularda görsekte aynı çemberin etrafında dolanıyoruz. Şu sırayla okuyun diyemem ama her kitabını okumanızı tavsiye ederim.

 İntihar Ormanları eserinin isminin de bir hikayesi var isterseniz ve eser içerisinde güzel bir zamanda anlatılmış. Yok ben sabredemem diyorsanız Google da araştırabilirsiniz. Tabi benim tavsiyem eser içerisinde denk gelmeniz.

2 Kasım 2020 Pazartesi

BİLDİĞİMİZ DÜNYANIN SONU/ Erlend Loe

ARKA KAPAK

“Zaman her şeyi silip süpürür.”

Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe’nun unutulmaz bir modern zaman figürüne dönüşen kahramanı Doppler yuvaya dönüyor. Doppler romanının devamı niteliğindeki Bildiğimiz Dünyanın Sonu ormanın derinliklerinden sistemin derinliklerine uzanıyor: Çemberin içinde duramayanların bütün oyunlardan kovulduğu bir dünyada özgür kalmak mümkün mü?

Ormanın derinliklerinde geçirdiği macera dolu ayların ardından bir ailesi olduğunu hatırlayan Doppler, geyiği Bongo’yu boynuzlu hayvanlar barınağına bırakıp soluğu Oslo’da alır. Kendisini ölesiye özlediklerine inandığı karısına ve çocuklarına kavuşacağı için çok heyecanlıdır ama küçük bir problem vardır: Onca yıllık posta kutusunun üzerinde “Andreas Doppler” değil, “Egil Hegel” yazmaktadır! Dibe vurduğunu düşünür ama aşağılanma nedir, görmemiştir henüz...

ALINTI

"Dopplerin kralların şehrine gelmeden önceki yaşamı karman çormandı, şimdiki ise tam bir kaosa dönüşmüştü. Eğriyi doğruyu bilemiyor, önemliyi önemsizden ayıramıyordu. Bugün yaşadığı bir şey, ertesi gün yaşadığından kopuk oluyordur. Hiçbir şey birbirleri ile bağlantılı değildi artık."


"İnsanlar ne kadar kötü durumda olduklarının resmini çizebilsinler diye interneti yaratmıştı devrimciler. Bu , özünde dünyanın en zararlı aracıydı. Denetlenmemiş, filtresiz çeşitlilik, çok bilmişleri oyun dışı bırakır. Kimse diğerlerinden daha iyisini bilmemektedir; kendini kolay anlaşılabilir bir şekilde formüle edenin, güçlü ve karizmatik olanın görüşleri öne çıkar."


"Öleceğine inanmayanlar hep ölürler. Bu yüzden bir seferde tek şey yapın."


"Herkesin silahlandığını bir düşünün. O zaman herkes ağzından çıkanı daha akıllıca seçerdi."



YORUM

Doppler eserini ne kadar sevdiysem bu eserini de bir o kadar sevmedim. Evet, sevmedim. 

Ormana gitme amacı kendini, düşüncelerini dinlemek için ailesini, kent yaşamını geride bırakıp kendini bulmaktı. Ruhunu bir türlü kentin frekansına sığdıramayan  Doppler gitmiş yerine bambaşka bir Doppler gelmiş. 

Ormanda geçirdiği uzun yıllar sonra ailesini geri kazanmak, diğer insanlar gibi yaşama isteğiyle evine dönme kararı alan Doppler, ailesini bıraktığı gibi bulamaz. Doğal olarak onlarda yaşamına bir yön vererek devam etmektedirler. Doppler bu duruma oldukça bozulur. Kendi düşünceleri hala değişmediği için oldukça bocalar. 

Doppler ailesine tekrar dönmek, birlikte yaşamak istediği için diğer insanlar gibi ayak uydurmaya çabalar. Maalesef Dopplerin iç karmaşası bir türlü geçmemiştir.

3 bölümden oluşmakta eser. Yazarın amacı düşünceme göre modern zamanı eleştirmek için böyle bir devam ettirmiş seriyi galiba. Bence eleştirdiği konular mantıklıyken, kaleme alma biçimi oldukça abartı geldi. Ve rahatsız edici kısımlar oldukça fazlaydı. O yüzden büyük bir hevesle aldığım ve okumaya başladığım macera büyük bir hayal kırıklığı ile son buldu. Keşke devam ettirmeseydi.

O yüzden tek tavsiyem sadece ilk eseri Doppleri okuyup bırakmanız yönünde olacaktır.

Siz devam kitabını okudunuz mu?

24 Eylül 2020 Perşembe

DÜNYANIN UYANIŞI II/ ŞENGÜL BOYBAŞ

ARKA KAPAK

Bereketli topraklardan yayılan enerji nihayet sahibini buldu. Yeniden doğuşuyla beden ve zihninin sınırlarını en baştan keşfeden Atiye başkalarının göremediklerini gören, duyamadıklarını duyan, mucizeler yaratandı artık. Çünkü Göbeklitepe ona bir hediye verdi. Büyük bir sorumluluğu vardı. Dünyayı bekleyen karanlığı durdurmak, insanlığı felaketten kurtarmak için sayılı günleri kalmıştı. Ama zamandan dışarı adım atmanın yolu yoktu. Zaman her şeyi kaplayan, üretken bir rahim gibiydi. Ve her uyanış bir bellek kaybına gebeydi.

Geçmişin, geleceğin ve Boyut Kapılarının anahtarı Atiye’nin ellerinde filizleniyordu. Atiye biliyordu, yaşam seçimlerden ibaretti. Peki, her seçim başka bir olasılıkta başka bir yaşam ihtimalini yaratıyorsa?


ALINTI

"Hayat değildi acımasız olan, insanlardı."

"Ölüm gerçeğe uyanmaktır ve en önemlisi gerçeğe ulaşmak için son duraktır."

"Bağışlayıcı olmak insanı derinleştirir, affetmeye çalışmak senin içindeki iyiliği güçlendirir, üzerindeki yükü alır. Affedemeyen kişi sevemez.."

"Çürümüş dünyanın tek ilacı, başkalarını anlayabilmek ve dünyayı başkalarının gözünden görebilmek olmalı."

"İnsan, birçok yönüyle unutulmuş bir geçmişi kurtarmak ister. Her uyanış, bellek kaybına gebedir."




YORUM

Atiye'nin serüveni hız kesmeden devam ediyor. Atiye önemli kararlar almak zorundadır. Milyonlarca insanın kaderi bu kararlar doğrultusunda şekillenecektir. Bu kararları alırken insani yönünü kaybedip tamamen Kahin kimliğinde mi ilerleyecek yoksa insanlığı kurtarabilmek için insan kimliğini koruyacak mı?

 Başarılı bir devam kitabı okudum. Heyecanı hiç kesmeden ve kopukluk yaşamadan bitirdiğim bir eser oldu. Kalemini sevdiğimi birinci kitapta belirtmiştim zaten. Sevmesem devam kitabını okumazdım açıkçası. 

Dünyanın Uyanışı hakkında az çok herkes bilgi sahibi, Atiye dizisi sayesinde. Diziyi bir türlü ısınamadığım için kitapla ne kadar bağlantılı olduğu hakkında bir fikrim yok. O yüzden o konu hakkında yorum yapmayacağım. İlerde izlersem güncellerim.

Hayatımız seçimlerimizden ibaret gerçekten. Bu seçimleri yaptığımız an farkına varamıyoruz. Bu farkındalığı geriye dönüp baktığımız da net bir şekilde görebiliriz ama önemli olan her türlü seçimin, kararın arkasında durabilmek iyi veya kötü. 

Çok fazla konudan uzaklaşmayayım :) Her bir noktasında ayrı bir gizeme tanık olduğumuz bu eser keyifli olduğu kadar tarih kısmı da oldukça bilgilendiriciydi. Kurgu gibi gözükse de çok fazla gerçeklerden uzaklaştığını düşünmeyin.

 Detaylar hep saklı gözükenlerdir.

Kafanızda ki düşüncelerin her sonucu görebildiğimiz, boyutlar arası geçiş yapabildiğimizi düşünsenize..

Umarım Atiye ile birlikte çıktığınız bu yolculukta keyif alarak ilerlersiniz.


11 Eylül 2020 Cuma

EPİDEMİK EROS PAŞA GÖNÜL İSYANI/ Nisa Yıldırım

ARKA KAPAK

“Kadınların sessizlikleri ortak bir sırrı paylaştıklarına yorulsa da aslında kendiliğinden gerçekleşmeye başlayan bu şey, adı her neyse, bir tek onları endişelendirmiyordu.”

Sıradan yaşantıları barındıran kendi halinde bir ilçeydi Benekli. Henüz bilmiyordu çatıların neler örttüğünü, oysa her çatının altında ayrı kaderleri, aynı kederleriyle yaşıyordu kadınlar. Bundan henüz, onların da haberi yoktu. Ta ki o programa denk gelene kadar… Televizyonda o program yayınlandığından beri ilçede beklenmedik şeyler oluyor, gecenin bir vakti her şeyi geride bırakıp yürüyen onlarca kadın ağaçlı tepede toplanıyor, belki de bir arada olmanın güvenini hissediyor, hiçbir şey demeden ilçeyi seyrediyordu. Bunun karşılığında aldıkları yanıt ise oldukça netti: BURADA TOPLANMAK YASAKTIR!

Yuvayı yapan dişi kuşlar renklilerle beyazları ayırmaktan, soğanı pembeleştirmekten, etrafı şöyle bir süpürmekten, domatesin tazesini fasulyenin iyisini seçmekten ıskalamışlardı belki de yaşamayı. Ama şimdi tam vaktiydi. Paşa gönülleri ne isterse onu yapacaklardı! Biraz da kirliler bekleyecekti sepette, yıllardır eteklerinde biriktirdikleri taşları dökmenin zamanı gelmişti! Tabii kadınların bu ayaklanması toplumda bir miktar karmaşaya neden olacaktı. Ortalık biraz dağılmıştı ama bunu da en iyi onlar bilirdi: Dağıtılmadan toplanmazdı. Nisa Yıldırım’ın, mizah ve mücadeleyle yoğurduğu ilk romanı Epidemik Eros birtakım taşları yerinden oynatmaya geliyor!


 ALINTI

"Kadınların sessizlikleri ortak bir sırrı paylaştıklarına yorulsa da aslında kendiliğinden gerçekleşmeye başlayan bu şey, adı her neyse, bir tek onları endişelendirmiyordu."

"Bu kadınlar böyle sıra dışı bir işe kalkıştıklarına göre gerçekten yardıma ihtiyaçları var demektir. Hiçbirinin heyecan aradığını sanmıyorum ama bu şartlarda gerçeği öğrenmek mümkün değil."

"Bilinmesi gereken en önemli şey bu kızların tamamının kocasından şiddet gördüğü."


 YORUM

"Bu kadınlar böyle sıra dışı bir işe kalkıştıklarına göre gerçekten yardıma ihtiyaçları var demektir. Hiçbirinin heyecan aradığını sanmıyorum ama bu şartlarda gerçeği öğrenmek mümkün değil."

Kadına olan şiddeti bu sefer farklı bir kalemle okuyoruz. Farklı yapan ne derseniz öncelikle kurgusu göze çarpıyor.  Okurları, sessizliğin içindeki sesleri duyurabilmek için mizahı yönden ele alarak bizleri mücadeleye ortak ediyor.

Benekli halkı normal bir güne başladığını düşünürken gece akıl almaz bir olay yaşanacaktır. Sadece kadınların endişeli olmadığı, umursamadığı 'paşa gönülleri nasıl istediyse' öyle hareket edeceklerdir. Sadece Benekli halkında yaşanılmayan, ülkenin her bir noktasında yaşanılan bu olayı nasıl açıklayacaklar?

Bu hikayeye ortak olun ve sizde açıklayın.

Tv programlarında ki gerçeği o kadar güzel anlatmış ki yazar. Kadınları ilgilendiren konularda asla kadınlara söz hakkı verilmediği, ben her şeyi biliyorumcuların konuları istediği şekilde ele alıp, ortalığı karıştırdıklarını televizyonu beş dakika açıp malum kanalları izlediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız zaten. 

Ben, sen, o  anlıyoruz madem neden hala bu durumlar yaşanıyor? Bu kadar yanlışı neden doğrulatamıyoruz?

Sadece televizyon kanalları olarak düşünülmesin günümüzde yaşadığımız her alandaki eşitsizliği çok güzel bir şekilde kaleme almış.  

M.S. 2020: Dünya kadınlar için güvenli hale gelmiş değil. Her kitap, her film tarihe düşülen bir not. /Nisa Yıldırım

9 Ağustos 2020 Pazar

AŞK VE GURUR / Jane Austen

ARKA KAPAK

18. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere'nin küçük bir kasabasında, taşralı bir beyefendi ve korumacı bir baba olan Mr. Bennet ve onun aklı havada karısı Mrs. Bennet'ın beş kızının iyi birer evlilik yapmak dışında hayatta başka bir seçenekleri yoktur.

 Fakat kardeşlerden Elizabeth kent soylusu, züppe ama bir o kadar da kendini içindeki zindanlara hapsetmiş olan Mr. Darcy ile yolları kesiştiğinde kaderine başkaldırarak tarihin en büyük aşklarından birinin yazılmasını sağlayacaktır.






 ALINTI

"Sen bana, gerçekten sevilmeye değer bir kadının sevgisini kazanabilmek için daha başka erdemlere sahip olmam gerektiğini öğrettin."

"Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. Benim gururuma dokunmamış olsaydı."

"Şu hayatta gerçekten sevdiğim çok az insan var emin ol, hakkında iyi şeyler düşündüklerim de bir o kadar az. Dünyayı ne kadar yakından tanırsam o kadar çok tiksiniyorum."

"Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir.Gurur daha çok kendi nefsimize karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir, kibirse başkalarının bize duymasını istediğimiz saygıyla ilgilidir."

"Siz beni sizi oyalamaya çalışan kibar bir kadın olarak değil kalbindeki gerçeği söyleyen aklı başında bir insan olarak düşünün.."




YORUM

Bu kadar sinirlendiren bir eser okuduğumu hatırlamıyorum. İnsanlığın bu kadar sığ düşünceli gösterilmesi, ele alınması bir bakımdan oldukça anlamlı bir davranış lakin sinir olmadığım gerçeğini değiştirmiyor. 

Okumaya başlamadan önce oldukça heyecanlıydım. Kalemini çok sevdim, akıcı bir üsluba da sahip. Tek beğenmediğim kısım yer verilen konu. Açıkçası kadınların bu kadar dar görüşlü, zengin bir eş bulup sadece evliliğe odaklı gösterilmesi beni çok sinir etti. Erkekler de pek farklı değildi açıkçası, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş deyimi tam olarak  bu eserdeki karakterler için biçilmiş kaftan..

Ayrıca eserde asıl mesaja aslında çok odaklanılmamış gibiydi. 

Bir çok konuya değinilmiş; kadın erkek ilişkileri, toplum ve evlilik kurumları, çıkar ilişkileri, paranın insanlar üzerindeki etkisi, saygınlık konularında ki gözlemlerini her bir karakterde göstermeye özen gösterildiğini görebiliyoruz ama ele aldığı konular çok yüzeysel kalmış. Kitap bittikten sonra geniş bir çerçeveden bakınca daldan dala konulmuş hissiyatını verdiğini söylemeden geçemeyeceğim.

Beklediğim gibi bir eser okuduğumu keşke söyleyebilseydim ama maalesef beklentilerimi karşılayan bir eser olmadı. Pişman değilim okuduğum için, okumasaydım içimde ukde kalacağını biliyordum.

Dönem eseri olduğu için hitaplar çok resmi ama okudukça alışıyorsunuz.Çeviri konusunda koridor yayınlarını açıkçası ben beğeniyorum ve bu eserinde de gözüme çarpan kötü bir ayrıntı olmadı.

Klasik eserleri okumayı seviyorsanız ve bu eseri merak ediyorsanız tavsiye ederim ama büyük beklentilerle okumamaya çalışın.

5 Ağustos 2020 Çarşamba

ŞEYTAN VE GENÇ KADIN/ Paulo Coelho

ALINTI

"İlk karşılaşmamızda söylediğim gibi, bir kişinin hikayesi bütün insanlığın hikayesidir."


"Sevip de karşılığında sevilmeyi beklerseniz boşa zaman harcamış olursunuz."

"Hep şu korku, bir insanın üzerinde egemenlik kurman için onu korkutman yeterli."

"Trajedilerin olması kaçınılmazdı ne yaparsak yapalım, bizi bekleyen kötü şeylerin bir tanesini bile önleyemezdik."

"...
'Ama bir tutam tuzun köye ne zararı olabilir ki?'
'Dünya kurulduğunda haksızlık da bir tutamdı. Ama her yeni kuşak, ne önemi var, diye düşünerek biraz biraz üstüne ekledi, görün bakın şimdi ne durumdayız.'..."


YORUM

Konusunu aşağıda okuyabilirsiniz bu sefer sadece hissettiğim duyguları yazarak bu eseri yorumlayacağım.
Her insanın içinde olan iyilik ve kötülüğün olduğunun farkındayız. İyilikle mi doğarız yoksa kötülükle mi? Yoksa büyürken mi karar veririz yaşamımıza?
Eğer büyürken karar veriyorsak temelimiz daha sağlam olmaz mı? Temeli yıkabilmek bu kadar kolay mı yoksa insanlık bu kadar güçsüz mü? 
Benliğini bulan bir bireyin, düşünceleri, duygularının kolay yıkılmaması gerektiği düşüncesindeyim. Lakin benliği bulmak çok zor, kabul ediyorum. Acaba diyorum benliği bulmayı çok mu kafama takıyorum bu yüzden mi insanlığı anlamam, yargılamam zorlaşıyor, anlamsızlaşıyor?
Meselenin özü iyi ve kötü ama okuduğunuz zaman mesele iyi veya kötü olmadığını anlamanız. Her insan okuduğunu kendince özümser, yargılar. Okuduğunuz zaman ne hissettiğiniz aslında sizin ruhunuzda ki parçayı açığa çıkartır. 
Peki sizin ruhunuzun hangi parçası açığa çıkacak?

İyilik ve kötülüğün ayrılmaz bir ikili olduğunu kabul etmemek büyük aptallık olurdu açıkçası. Bu konuyu yazar oldukça basit bir kalem, derin anlamla yazmış. Akıcılığını bir sayfada bile kaybolmamasını söylemeden geçmek istemem.
Keyifle okunduğu kadar sizi sorgulatmadan da bırakmıyor. Bir eserden daha ne istenir ki? 
Benim için yeterli nedenler sizin de öyleyse kesinlikle alıp okumalısınız.

[Şeytan ve Genç Kadın, benim için oldukça önemli bir dönemime denk gelen bir eser. İsteyerek mi yoksa tesadüf mü bilemiyorum ama benim için bu eser çok anlamlı kalacak. Oldukça doyurucu bir etkisi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.]


Konusunu ben anlatmayacağım. Arka kapak yazısı gayet net bir şekilde ifade edilmiş.
Gözlerden uzak, kuytu bir dağ köyü ve bu köyün dış dünyadan soyutlanmış, kendi halinde, adeta zamanın dışında bir yaşam süren insanları. Köydeki tek genç kadın, küçük otelin barında çalışan güzel Chantal’dır. Gelip geçen avcılarla ya da turistlerle gönül eğlendiren genç kadının tek dileği bu sıkıcı yerden kurtulmaktır. Beklenmedik bir anda köye gelen ve gerçek kimliğini gizleyen bir yabancı, köy halkına, hepsinin yaşamını alt­üst edecek, değer yargılarını kökünden değiştirecek bir öneride bulunur. Onlara yedi gün süre tanımıştır. Bu süre içinde bu insanlar, yaşam, ölüm, adalet ve dürüstlükle ilgili temel sorunlarla yüzleşecek, yaşam çizgilerini değiştirecek bir karar almak zorunda kalacaklardır. Yabancıya kucak açan köy halkı, onun tehlikeli oyununa alet olurken, “İyi ile Kötü” ikilemi, bu basit insanların örneğinde evrensel boyutlara açılıyor. Paulo Coelho, İyi ile Kötü arasındaki savaşı ve insanın Tanrı’yla ilişkisini konu edinmiş Şeytan ve Genç Kadın’da.