15 Mart 2021 Pazartesi

KIZIL VEBA/ Jack London

 ARKA KAPAK

London, Kızıl Veba yapıtıyla “kıyamet sonrası” edebiyatın öncüleri arasına girmiştir. Nüfustaki, bilim ve teknikteki, ekonomideki sıçramaların büyüsüyle gözlerin kamaştığı bir çağda yazar, uygarlığımızın kırılganlığını anımsatır. 

Yapıtı milyonlarca insanın doldurduğu şehirlerin ve kırların ıssızlığa teslim oluşundaki hızı bütün çarpıcılığıyla ortaya koyar. Yalnızca nüfusun değil, bilginin, üretimin, hatta dilin yitirilişi, eski uygarlıkla köprü olan bir profesörün gözünden yeni insanlığa anlatılır. 

Peki yeni insanlık bu ihtiyara kulak verecek midir? Kızıl Veba’da yirminci yüzyılın başından yüz yıl sonrasına, 2010’lar dünyasına bakan Jack London’ın öngörülerindeki keskinlik, kitabı bir klasik olmanın ötesinde, günümüz için hâlâ canlı bir eleştiri kılıyor.

ALINTI

"Küçük bir salgındı. Sadece birkaç kişi ölmüştü. Görülüyordu ki bu hastalığın ilk işaretlerinden biri yüzün ve tüm vücudun kızarmasıydı, bir de hastalığa yakalananlar çok kısa sürede ölüyordu."

"Gayet iyi biliyorum. İnsanoğlu, uygarlık yolundaki kanlı ilerleyişine başlamadan önce, ilkelliğin karanlığına giderek daha çok batmaya mahkumdur."

"Ne fark ederdi ki zaten? Herkes ölüyordu nasıl olsa; iyisi de kötüsü de, güçlüsü de zayıfı da, hayata dört elle sarılanı da yaşamı aşağılayanı da.. Herkes göçüp gidiyordu. Her şey göçüp gidiyordu."

"..Barut tekrar gelecek. Bunu hiçbir şey engelleyemez. Aynı eski hikaye yeniden, yeniden yaşanacak. Sayısı artan insanlar savaşmaya başlayacaklar. Barut sayesinde insanlar milyonlarca insan öldürecek ve çok ilerde bir gün yeni bir uygarlık, sadece bu yoldan, ateş ve kan üzerinden evrilecek."


YORUM

Okurken bazı noktalar o kadar tanıdık ki.. Hastalığın benzerlikleri, ilkelliğin şimdi modern hali, yaşam savaşı..

London'un bu eserinde kalemi bana çok farklı geldi ve bu tarzını da çok sevdim. Kendini okutan bir kaleme sahip lakin bu eserinin ayrı bir heyecanı vardı. Belki kurgudan belki de gerçekten kendini tekrarlamayan bir yazarın başarısını hissetmişimdir.

Konusuna kısaca değinmek istiyorum zaten kısa bir hikaye sizleri bekliyor. Sona saklamadan direk söylüyorum eğer kalemiyle daha tanışmadıysanız bu eseriyle tanışabilirsiniz. Veyahut kalemini seviyorsanız bu eserini de muhakkak okuyup deneyimleyin derim.

Gelelim konumuza.. 2010 yıllarında  bir salgın ortaya çıkmaktadır. Kızıl Veba denmekte ona. Nedir bu Kızıl Veba? Nüfusun büyük bir kesimini yok eden bu salgına yakalananın kurtuluşu yoktur. Yakalandıysan 15 dakika içerisinde hayata gözlerini kapatıyorsun. Eğer milyonda bir şanslılar arasındaysan hayatta kalmışsındır. Ama hayatta kalmak iyi mi yoksa kötü mü? 

"İnsanın bu dünyadaki bütün çalışması köpükten öte bir şey değil. İnsan kendine faydası olacak hayvanları evcilleştirip düşmanca davrananları yok etti, toprağın yabani bitki örtüsünü temizledi. Ama sonra insan yok oldu ve ilkel hayat geri dönüp onun elleriyle yaptığı her şeyi sildi, süpürdü."

Yazarın da dediği gibi ilkelliğin doruklarını tekrardan deneyimleme şansını elde etmişsiniz demektir.

İnsanların gözle görülemeyen bir varlıkla yok olması ne kadar ilginç geliyor değil mi? Tarihe bakacak olursak neredeyse her yüzyılda bir salgınla karşı karşıya kalmaktayız. Tabi aralarda ufak salgınlarda olmuyor değil. 

Yaşamla ölüm, ateşle su olduğu gibi zehrin olduğu gibi panzehri de oluyor. Er geç bir şekilde oluyor. Evren o kadar büyük ve çeşitli ki sonsuz sürede sonsuz türler meydana gelmeye devam edecektir. Belki insanlık bitebilir belki de her zaman devamı gelecektir...

Kitapla kalın..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder