13 Kasım 2021 Cumartesi

SEFİLLER/ Victor Hugo

 ARKA KAPAK

Fransız edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarındandır. Şiirleri, oyunları ve romanları ile tanınır. Romantizm akımının Fransa'daki temsilcisidir. Edebiyat alanındaki devasa başarılarının yanında politik hayatta da etkin bir rol üstlendi, bu nedenle sürgün cezasına çarptırıldı, cezasını tamamlamasına rağmen İmparatorluk yıkılana dek Fransa'ya dönmedi. İlk kez 1862 yılında yayımlanan Sefiller yazarın Notre-Dame'ın Kamburu ile "din", Deniz İşçileri ile "doğa" konularını işlediği roman üçlemesinin "toplum"u ele alan, en görkemli ayağıdır. Bu destansı roman Fransız toplumundan yola çıkarak, kozmolojik bir bakış ve eşsiz bir duyarlılıkla insanlığa ulaşır. Fantine'in, Cosette'in, Marius'ün, Saint-Denis Sokağı barikatlarının, Paris'in, Javert'in ve Jean Valjean'ın sefaletten sevgiye, felaketten iyiliğe ve karanlıktan aydınlığa uzanan hikâyeleri Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi'nin 250. kitabında okurlarla buluşuyor.


ALINTI

"Sizin de bizim gibi önyargılarınız, batıl inançlarınız, zorbalıklarınız, bağnazlıklarınız, cahil gelenekleri destekleyen izansız yasalarınız var. Ağzınızda geçmişin acı tadını hissetmeden ne bugünün, ne geleceğin hayalini kurabiliyorsunuz."


”14 yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam 6 ay bedava ekmek verdiler. Hayatın adaleti budur.”


"Ölmek dert değil, esas korkunç olan yaşamamak."


"Tanrı, hiç bir çocuğu kötü olsun diye yaratmaz! Onu kötü yapan, kötü eğitimdir!..  Kötü anne-baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir, zavallı yavruları da çekip yutar."



YORUM

“Erkeğin cahil ve umutsuz olduğu, kadının ekmek için bedenini sattığı, çocuğun kendini ısıtacak bir ailenin, kendini eğitecek bir kitabın yokluğunda acı çektiği her yerde Sefiller kitabı kapıyı çalıp şöyle diyor: Sizin için geldim sayfalarımı çevirin.” 


Daha önsöz bölümünden beni heyecanlandıran bir eserin yorumuyla karşınızdayım. Karşınızdayım ama bu eserin nasıl hakkını vererek yorumlayacağım bende bilmiyorum.

Kalemini daha önce deneyimlemiş olmama rağmen bu eserini okuduktan sonra sanki yeniden tanışıyor gibi hissettim. Önceki okuduğum eser, eser değilmiş desem haksızlık mı etmiş olurum acaba :)

Uzun soluklu bir eser bunu kimse inkar edemez ama öyle bir bağlantı var ki konular, karakterler arasında mükemmel bir uyum içerisinde bin küsur sayfayı oluşturmak gerçekten kolay değil. Hugo bunun altından kalkmayı başarmakla kalmamış üstüne klasik bir eser değilmiş gibi heyecanı, olayları hızını kesmeden devam ettirebilmiş.

Açıkçası benim favori klasiklerim arasına yer edindi bunu anlamışsınızdır zaten. Böyle bir eseri de beğenmeyen varsa gelsin bana nedenlerini anlatsın dinlerim :) 

Ufak tefek uzun betimlemeler var eser içerisinde ama bunu görmezden gelmemin sebeplerinden biri bir kültürü tanımak için yüzeysel bilgiler pek yardımcı olmuyor bir diğer sebebi sadece elimizde tek bir konuya odaklanılmış gibi gözükse de aslında altlarda birçok konuya değiniliyor ve onların da açıklanması da gerekli. O yüzden görmezden geldiğim detaylarda olmadı değil.

Konuya girmeyeceğim, bu eseri okuyup sizin kendi analizlerinizi yapmanız daha doğru olacak bir eser. Ama klasik bir eser olduğunu da unutmamak gerekli, burada farklı kılan üslup, akıcılık ve bunu söylemeden geçemeyeceğim klasik bir esere göre fazla aksiyon :) 

Keyifli ve dolu dolu geçen bir okuma oldu. Umarım başlamayanlar biran önce kendini hazırlasın ve başlasın. 

Kitapla kalın..

2 Kasım 2021 Salı

BİR ZAANATLA BEKLENMEDİK KARŞILAŞMA/ Stefan Zweig

 ARKA KAPAK

Stefan Zweig, bu kez gündelik yaşamın içinde yatan gizil bilgeliği keşfe çağırıyor okurunu. Kahramanımız, duyduğu taşkın merakla Paris'in nehir gibi akan kalabalığına karıştığında kentin ona nasıl sürprizlerle yanıt vereceğinden habersiz görünüyor. Sherlock Holmes bakışıyla insan portrelerini çıkarırken birden gözleyen ile gözlenenin, av ile avcının, öğreten ile öğrenenin yer değiştirdiği baş döndürücü bir çalkantı içinde buluyor kendini. Ya da tam tersi, bu kez Viyana Prater'de, durağan ve süslü yaşamından gündelik yaşamın sıradanlığına kaçan bir kahramanda özgür aşkı, toplumun kaygısız doğasını hatırlayışı okuyoruz. Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma ve Prater'de İlkbahar, Zweig'ın en küçük ilişkilerin içine nüfuz eden, en sıradanın içindeki zenginliği gören gözlem yeteneğine çarpıcı iki örnek.


YORUM

Dışarı çıktığınız zamanlarda bir bankta otururken veyahut kafede otururken kişiler hakkında gözlemler yaparak hayatlarına dair 'kimim ben' oyununa benzeyen düşüncelere dalmıştır. Eğer öyle biri değilseniz denemenizi tavsiye ederim :) Benim en sevdiğim aktivitelerden biridir. Bazen çok ileri gidip aklımda ki kişilikte mi öyle bir yaşam mı sürdürüyor, ne kadarını tutturdum diyerek insanlarla tanışıp merakımı da gideriyorum. Tabi çoğunlukla hayalimde ki gibi kalıyor. Orada kalması daha iyi :)

Stefan Zweig bu basımında yer alan iki öykü mevcut. Birisi kitabın ismini alan Bir Zanaatla Beklenmedik karşılaşma diğeri Prater'de İlkbahar.

İlk öykümüz Paris'in o görkemli sokaklarından birinde kafede tek başına oturan karakterimizin çevresinde bulunan insanları gözlemlerken karşısında oldukça daha önce görmediği bir profil bir karakter çıkmasının ardından yaşanılan derin bir gözlem, akıl almaz bir merakla bir insanın peşine takılıp gittiğinizde nerelere götürebileceğini ele alınan bir öykü.

İkinci öykümüzde aslında yine bakış açısını ele alan bir öykü. Karakterimizin dolabında eski yaşamından kalan sade, düz elbisesini giyerek sokaklara sadece bir kıyafetle görünmez olduğunu, eski yaşamında neler yaşadığını hatırlatıyor olması oldukça ilginç aslında. Sonuçta bir kıyafet değil mi? Bu öykünün diğer sevdiğim kısmı var olduğumuzu nasıl gösterebiliriz veyahut gösterebiliyor muyuz? düşüncesiydi. En azından aklımda böyle bir düşünce oluşturdu.

İki öyküsünün de ortak noktası gözlem ve bakış açısı. İki öyküsünde derin bir içerik sizi bekliyor. Ufak detaylar  bazen anahtarı kaybolmuş kapı gibidir. Anahtar yerinde yoksa sizleri farklı araçlara iter.

Zweig 'in eserlerini yavaş yavaş tamamlamak arada Zweig enerjisini almak benim en sevdiğim aktivitelerden. Bu öykülerinde yine keyif ve düşüncelerle dolu bir saat yaşattığını söyleyebilirim. Kalemi basit diyenler olabilir lakin verdiği keyif ve anlamlar basit olmadığını tekrardan dile getirip yorumu burada bitiriyorum.

Kitapla kalın..



22 Ekim 2021 Cuma

AZİZ BEY HADİSESİ/ Ayfer Tunç

ARKA KAPAK

Güneşten ağır ağır gölgeye çekilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz Bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece, Haliç’in kirli sularına bakarken anladı ki hep öyle, burnu dik yaşadığını sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı tümüyle bir yanılgıymış.

Aziz Bey, Tunç’un insan olmaktan doğan zaaf ve yanılgılar nedeniyle yaralanmış, boşa geçmiş hayatlar üzerine yapılandırdığı öykü evreninin en hüzünlü, en gerçek kişisi. Bazı okurlara, meyhanelerde benzerini aratacak kadar kanlı canlı ama mahzun gelen Aziz Bey’in öyküsünü okurken, bir hikâye kişisinin varlığını çok yakınınızda hissedeceksiniz.

Ayfer Tunç’un, edebiyatımızdaki en ustalıkla çizilmiş karakterlerden birini yarattığı Aziz Bey Hadisesi, son yıllarda yazılmış en sarsıcı metinlerden. Her geçen yıl daha çok okunuyor, daha çok tartışılıyor.


YORUM

Ayfer Tunç'un kalemiyle ilk tanıştığım öyküsünün Aziz Bey olması oldukça güzel oldu. Farklı bir üslubu olmasına rağmen o kadar akıcı bir şekilde ilerledi ki nasıl bitti anlayamadım.

Aziz Bey Hadisesi adlı öykünün konusuna ufak değinirsem, Zeki’nin meyhanesinde, Zeki’nin Aziz beyi tartaklayıp dışarı atmasıyla başlayan öykü ana karakterimiz Aziz Bey'in o ihtişamlı, kasvetli, mağrur, yalnız, bencil ve dik başlılığının nasıl bir hayat getirdiğine şahitlik ediyoruz.

Aziz Bey karakteri kadar galiba sinir bozucu bir karakter hatırlamıyorum :) 

Gençliğinin olaylı, kendine güveninin arşta, dediğim dedik, umursamaz karakterinin getirdiği sıkıntılardan ders çıkarmayıp olayın bitmesinin ardından yeniden aynı hataları yapmasına ne denir bilemiyorum.. 

Hem babasına karşı olan tutumu, kadınlara karşı bakışı, evliliği, kendine olan tutumları o kadar sinir bozucuydu ki ne desem az kalır.  Eseri okurken hem çok öfkelenip hem de üzüldüğüm yerler o kadar iç içe girdi ki en sonunda Aziz Bey'e bile üzüldüm. Gerçi bu tip insanlar üzülmeye değer mi yoksa öfkelenmeye mi değer orası tartışılır tabi.

 Beni hayal kırıklığına uğratan bir kalem ve eser olmadı. İlk izlenimim oldukça olumlu olduğunu dile getirebilirim.

 Başta da dediğim gibi galiba üslubun farklı gelmesi konunun eski dönemlerini baz almasından kaynaklıydı. Yani dönem dediysem de çok eskiler değil ama kitabı okuduğunuzda neyi kast ettiğim daha net anlaşılacaktır. 

Çok akıcı bir kaleme sahip en azından bu eserinde bunu hissetim. Bir sonra ki kitabı Suzan Defter olacak. Orada beni neler bekliyor merak ediyorum.


19 Ekim 2021 Salı

İNSAN BOŞLUKTAN İBARET/ Meryem Gültabak


 ARKA KAPAK

“Bazı boşlukların ağırlığı vardır.”

“İnsanlar bunu yapar. Genellikle tehlike çok yakında değilse… Gördükleri şeyle kafalarındaki gerçekler uyuşmayınca hemen kaçmaya davranmaz da önce bir daha bakarlar, kaçmaları gerektiğine emin olmak için.”

“Sevdiğin birinin gerçekler yüzünden acı çekmesini mi tercih edersin, canını yakan şeyi unutmasını mı?”

Kalabalık şehirler, unuttuğumuz yüzler, hatırlamadığımız ama bizi biz yapan hikâyeler...

Yazdığı ilk kitap çok popüler olmuştu ama onun istediği bu değil, o insanların saygısını kazanmak istiyordu. Popüler olanın küçümsendiği bir toplumda yaşıyor, saygı duyulan olmak istiyordu. Kendi olmadığı bir hikâyesi ve çözmesi gereken düğümleri vardı. O’nu ilk fark ettiğinde geceydi. Yağmur yağıyor, sokak lambasının ışığını titretiyordu. Hava rüzgârlıydı ve her şey rüzgârla aynı yöne hareket ediyordu. Aniden gördü onu, boşluğu. Bir kaya vardı sanki sokak lambasının dibinde. Bir boşluk… Hacmi olan bir boşluk… Tam orada yağmur damlaları birleşiyor, boşluğun üzerinden akıyorlardı.

Boşluk… Her gün bir adım daha yaklaşıyordu. Ondan kaçması gerekiyordu belki de ama iki yıldır içerideydi. Vakti daralmıştı, onu yutan boşluğun parçalarını birleştirmesi için sadece iki haftası vardı.

Senarist ve yazar Meryem Gültabak, bir kadın ve her gün ona adım adım yaklaşan boşluğun gerilim dolu romanı İnsan Boşluktan İbaret ile aile meselesi dediğimiz kırık bir aşk öyküsüne davet ediyor okurunu.



YORUM

"Hafızadaki boşluklar taşınması ağır yüklerdi. Kimi boşlukların ağırlıkları vardı."

Yazarın kalemini daha önce deneyimleme şansı bulmuştum. Oldukça akıcı, farklı bir üslupla kendini okutan bir kaleme sahip. Bu eseri de uzun zamandır listemde bulunuyordu ve sonunda alıp, okudum :)

Karakterimiz uzun zamandır evinden çıkmayan ve yalnızlığı tercih eden birisi. Tabi ki bunun sebeplerini ilerleyen sayfalar da anlayabiliyoruz.

Konumuza kısaca değinelim, o gün de diğer günler gibiydi aslında nerden bilebilecekti kurtuluşunun da yaklaştığını. Yağmurlu bir günde karakterimizin balkonundan  gördüğü bir boşlukla işler biraz ilginçleşiyor.. 

 Boşlukların ağırlığı var mı? 

Uzun zamandır psikolojik olarak geren bir kitap okumamıştım. Yer yer neler oluyor, bunun altında ne çıkacak sorularıyla nasıl okuduğumu hatırlamıyorum dersem abartmış olmam. Kısa bir hikaye ama oldukça etkileyen bir hikayeydi. 

 En büyük acı, yıkım sevdiklerinize karşı 'bunu yapmaz, böyle biri değil o ' düşüncesinin sonrasında yaşanılan olaylarda ki yıkımdır bence. Özellikle kan bağı olan kişilerde bu durum karşısında beyinin savunması öyle şaşırtır ki gün sonunda nasıl göremedim bunları dedirtir insana.

"Keşke o günü hatırlıyor olsaydı ama zihin, yaşarken bilemiyordu yaşamakta olduğu günün önem kazanacağını."

Şunu eklemeden geçemeyeceğim, yan karakter gibi gözükse de aslında ana karakter olabilecek bir karakter vardı onun diğer gözlemlerini, hikayelerini de keşke okuyabilseydik :) Eminim bu eser kadar güzel olurdu.




15 Ekim 2021 Cuma

BENJAMIN BUTTON'ın TUHAF HİKAYESİ/ F. Scott Fitzgerald


 ARKA KAPAK

Benjamin Button yalnızca yaşlı bir adamın bedeniyle dünyaya gelmemiştir. 70’li yaşlarındaki bir adamın zihnine ve zevklerine de sahiptir. Gençleştikçe dirilen bedeniyle birlikte daha aktif bir hayata ve ilgi alanlarına kavuşur. Yazar yaşın insanın kimliği üzerindeki etkisine dikkat çeker.

Yaşlanma üzerine yazılmış bu nükteli, fantastik hiciv, Hollywood’un da dikkatinden kaçmamış, 2008’de vizyona giren film uyarlaması büyük ilgi görmüştü.



YORUM


Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesini belki duydunuz belki de hiçbir fikriniz yok. Kısa bir konusundan bahsedecek olursam; Dünyaya yaşlı bir adam olarak gelip öldüğünde bir bebek olan Benjamin Button'ın oldukça tersten hayatına şahit oluyoruz.

Filmi hakkında bir bilgim yok benim ama eser hakkında ilk izlenimim konunun oldukça ütopik ve merak uyandırıcı olduğunu söyleyebilirim. Konun bu kadar güzel olup çok fazla ayrıntıya girilmemesi bence kötü bir taraf. Kafa da oldukça fazla soru işareti bıraktığını söylesem abartmış olmam.

Kurgu güzel, kalemi de akıcı ama dediğim gibi oldukça kısa tutulmuş bir eser.

Yazarın hayata başlangıcının yaşlılık ölümün ise bebeklik döneminde düşünmesi, hayatı nasıl yaşadığımızı, çocukken büyümek istemeyi büyürken çocuklaşmak istemeyi ve daha nice sorgulamalar yaşattığını inkar edemem ne kadar kısa bir eser olsa da oldukça fazla iç sorgulatmalar yaşattığı bir gerçek.

Benim için oldukça keyifle hatırlayacağım bir okuma oldu. Okursanız kesinlikle pişman olmazsınız.

9 Ekim 2021 Cumartesi

ATEŞ YAKMAK/ Jack London


 ARKA KAPAK

Jack London, Kuzey topraklarını konu alan eserlerinde okurlarını buzla sarmalanmış bir diyarda adım adım gezdirir. Biri 1902’de, öbürü 1908’de yayımlanan ve “Ateş Yakmak” başlığını paylaşsalar da birbirlerinden olay örgüsü yönünden ayrılan iki hikâyeyle, “Yaşama Azmi” adlı üçüncü bir hikâyenin bir araya getirildiği bu derlemede de Jack London insanın buz kaplı doğayla ve kendi benliğiyle yüzleşmesini anlatır.  Gençliğinde Klondike bölgesine altın aramaya giden ve soğuğun hüküm sürdüğü bu topraklarda bizzat yaşamış olan London, Alaska’dan Yukon’a, Kolondike’ten Kanada tundralarına kadar yörenin coğrafyasına ve sakinlerine oldukça hâkimdir. Jack London’ın karakterleri Kuzey’in dört bir yanda uzanan bembeyaz topraklarında vahşi doğanın gücüyle amansız bir mücadele halindedir. Doğanın, soğuğun ve pek iyi bilmedikleri bir coğrafyanın pençesinde, hayata tutunmaya çalışırlar.  Ve ateş yakmak, bu varoluş mücadelesinin ilk adımıdır.


YORUM

Kendinizi Kuzeyde hissedeceğiniz 3 farklı soğuk öykü derlemesini ele alan Ateş Yakmak kitabında  ateşin ne kadar önemli özellikle de  Kuzey de yaşayanlar için hayat anlamını taşıdığını bu öykülerde bulunan karakterler vasıtasıyla anlıyoruz. 

İlk iki öykü birbirine çok benzese de hem London'un farklı zamanlarda ve deneyimlerinin değişimi ile birbirinden oldukça farklı öyküler. Eserin sonunda daha ayrıntılı farklılıklara değinildiği için onlara ben yer vermeyeceğim. 

Karakterlerin doğaya karşı hayatta kalma mücadelelerini okumak ve bu kadar kısa bir eserin bu kadar etkileyici olmasının nedeni kesinlikle London kalemi diyebiliriz. Eser sizi gerçekten şuandan alıp o dondurucu soğuğun yaşandığı ortama götürüyor. Ve sizde karakterlerin yanı başında bir izleyici gibi yaşayacak mı yoksa yaşamayacak mı telaşına kapılıp sizin de bir mücadele savaşınız başlıyor :) .

Benim oldukça keyif aldığım bir okuma oldu. Jack London 'un tabi ki en iyi eseri diyemem ama tanışmak için kesinlikle önereceğim eserler arasında yer alıyor.