22 Ekim 2021 Cuma

AZİZ BEY HADİSESİ/ Ayfer Tunç

ARKA KAPAK

Güneşten ağır ağır gölgeye çekilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz Bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece, Haliç’in kirli sularına bakarken anladı ki hep öyle, burnu dik yaşadığını sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı tümüyle bir yanılgıymış.

Aziz Bey, Tunç’un insan olmaktan doğan zaaf ve yanılgılar nedeniyle yaralanmış, boşa geçmiş hayatlar üzerine yapılandırdığı öykü evreninin en hüzünlü, en gerçek kişisi. Bazı okurlara, meyhanelerde benzerini aratacak kadar kanlı canlı ama mahzun gelen Aziz Bey’in öyküsünü okurken, bir hikâye kişisinin varlığını çok yakınınızda hissedeceksiniz.

Ayfer Tunç’un, edebiyatımızdaki en ustalıkla çizilmiş karakterlerden birini yarattığı Aziz Bey Hadisesi, son yıllarda yazılmış en sarsıcı metinlerden. Her geçen yıl daha çok okunuyor, daha çok tartışılıyor.


YORUM

Ayfer Tunç'un kalemiyle ilk tanıştığım öyküsünün Aziz Bey olması oldukça güzel oldu. Farklı bir üslubu olmasına rağmen o kadar akıcı bir şekilde ilerledi ki nasıl bitti anlayamadım.

Aziz Bey Hadisesi adlı öykünün konusuna ufak değinirsem, Zeki’nin meyhanesinde, Zeki’nin Aziz beyi tartaklayıp dışarı atmasıyla başlayan öykü ana karakterimiz Aziz Bey'in o ihtişamlı, kasvetli, mağrur, yalnız, bencil ve dik başlılığının nasıl bir hayat getirdiğine şahitlik ediyoruz.

Aziz Bey karakteri kadar galiba sinir bozucu bir karakter hatırlamıyorum :) 

Gençliğinin olaylı, kendine güveninin arşta, dediğim dedik, umursamaz karakterinin getirdiği sıkıntılardan ders çıkarmayıp olayın bitmesinin ardından yeniden aynı hataları yapmasına ne denir bilemiyorum.. 

Hem babasına karşı olan tutumu, kadınlara karşı bakışı, evliliği, kendine olan tutumları o kadar sinir bozucuydu ki ne desem az kalır.  Eseri okurken hem çok öfkelenip hem de üzüldüğüm yerler o kadar iç içe girdi ki en sonunda Aziz Bey'e bile üzüldüm. Gerçi bu tip insanlar üzülmeye değer mi yoksa öfkelenmeye mi değer orası tartışılır tabi.

 Beni hayal kırıklığına uğratan bir kalem ve eser olmadı. İlk izlenimim oldukça olumlu olduğunu dile getirebilirim.

 Başta da dediğim gibi galiba üslubun farklı gelmesi konunun eski dönemlerini baz almasından kaynaklıydı. Yani dönem dediysem de çok eskiler değil ama kitabı okuduğunuzda neyi kast ettiğim daha net anlaşılacaktır. 

Çok akıcı bir kaleme sahip en azından bu eserinde bunu hissetim. Bir sonra ki kitabı Suzan Defter olacak. Orada beni neler bekliyor merak ediyorum.


19 Ekim 2021 Salı

İNSAN BOŞLUKTAN İBARET/ Meryem Gültabak


 ARKA KAPAK

“Bazı boşlukların ağırlığı vardır.”

“İnsanlar bunu yapar. Genellikle tehlike çok yakında değilse… Gördükleri şeyle kafalarındaki gerçekler uyuşmayınca hemen kaçmaya davranmaz da önce bir daha bakarlar, kaçmaları gerektiğine emin olmak için.”

“Sevdiğin birinin gerçekler yüzünden acı çekmesini mi tercih edersin, canını yakan şeyi unutmasını mı?”

Kalabalık şehirler, unuttuğumuz yüzler, hatırlamadığımız ama bizi biz yapan hikâyeler...

Yazdığı ilk kitap çok popüler olmuştu ama onun istediği bu değil, o insanların saygısını kazanmak istiyordu. Popüler olanın küçümsendiği bir toplumda yaşıyor, saygı duyulan olmak istiyordu. Kendi olmadığı bir hikâyesi ve çözmesi gereken düğümleri vardı. O’nu ilk fark ettiğinde geceydi. Yağmur yağıyor, sokak lambasının ışığını titretiyordu. Hava rüzgârlıydı ve her şey rüzgârla aynı yöne hareket ediyordu. Aniden gördü onu, boşluğu. Bir kaya vardı sanki sokak lambasının dibinde. Bir boşluk… Hacmi olan bir boşluk… Tam orada yağmur damlaları birleşiyor, boşluğun üzerinden akıyorlardı.

Boşluk… Her gün bir adım daha yaklaşıyordu. Ondan kaçması gerekiyordu belki de ama iki yıldır içerideydi. Vakti daralmıştı, onu yutan boşluğun parçalarını birleştirmesi için sadece iki haftası vardı.

Senarist ve yazar Meryem Gültabak, bir kadın ve her gün ona adım adım yaklaşan boşluğun gerilim dolu romanı İnsan Boşluktan İbaret ile aile meselesi dediğimiz kırık bir aşk öyküsüne davet ediyor okurunu.



YORUM

"Hafızadaki boşluklar taşınması ağır yüklerdi. Kimi boşlukların ağırlıkları vardı."

Yazarın kalemini daha önce deneyimleme şansı bulmuştum. Oldukça akıcı, farklı bir üslupla kendini okutan bir kaleme sahip. Bu eseri de uzun zamandır listemde bulunuyordu ve sonunda alıp, okudum :)

Karakterimiz uzun zamandır evinden çıkmayan ve yalnızlığı tercih eden birisi. Tabi ki bunun sebeplerini ilerleyen sayfalar da anlayabiliyoruz.

Konumuza kısaca değinelim, o gün de diğer günler gibiydi aslında nerden bilebilecekti kurtuluşunun da yaklaştığını. Yağmurlu bir günde karakterimizin balkonundan  gördüğü bir boşlukla işler biraz ilginçleşiyor.. 

 Boşlukların ağırlığı var mı? 

Uzun zamandır psikolojik olarak geren bir kitap okumamıştım. Yer yer neler oluyor, bunun altında ne çıkacak sorularıyla nasıl okuduğumu hatırlamıyorum dersem abartmış olmam. Kısa bir hikaye ama oldukça etkileyen bir hikayeydi. 

 En büyük acı, yıkım sevdiklerinize karşı 'bunu yapmaz, böyle biri değil o ' düşüncesinin sonrasında yaşanılan olaylarda ki yıkımdır bence. Özellikle kan bağı olan kişilerde bu durum karşısında beyinin savunması öyle şaşırtır ki gün sonunda nasıl göremedim bunları dedirtir insana.

"Keşke o günü hatırlıyor olsaydı ama zihin, yaşarken bilemiyordu yaşamakta olduğu günün önem kazanacağını."

Şunu eklemeden geçemeyeceğim, yan karakter gibi gözükse de aslında ana karakter olabilecek bir karakter vardı onun diğer gözlemlerini, hikayelerini de keşke okuyabilseydik :) Eminim bu eser kadar güzel olurdu.




15 Ekim 2021 Cuma

BENJAMIN BUTTON'ın TUHAF HİKAYESİ/ F. Scott Fitzgerald


 ARKA KAPAK

Benjamin Button yalnızca yaşlı bir adamın bedeniyle dünyaya gelmemiştir. 70’li yaşlarındaki bir adamın zihnine ve zevklerine de sahiptir. Gençleştikçe dirilen bedeniyle birlikte daha aktif bir hayata ve ilgi alanlarına kavuşur. Yazar yaşın insanın kimliği üzerindeki etkisine dikkat çeker.

Yaşlanma üzerine yazılmış bu nükteli, fantastik hiciv, Hollywood’un da dikkatinden kaçmamış, 2008’de vizyona giren film uyarlaması büyük ilgi görmüştü.



YORUM


Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesini belki duydunuz belki de hiçbir fikriniz yok. Kısa bir konusundan bahsedecek olursam; Dünyaya yaşlı bir adam olarak gelip öldüğünde bir bebek olan Benjamin Button'ın oldukça tersten hayatına şahit oluyoruz.

Filmi hakkında bir bilgim yok benim ama eser hakkında ilk izlenimim konunun oldukça ütopik ve merak uyandırıcı olduğunu söyleyebilirim. Konun bu kadar güzel olup çok fazla ayrıntıya girilmemesi bence kötü bir taraf. Kafa da oldukça fazla soru işareti bıraktığını söylesem abartmış olmam.

Kurgu güzel, kalemi de akıcı ama dediğim gibi oldukça kısa tutulmuş bir eser.

Yazarın hayata başlangıcının yaşlılık ölümün ise bebeklik döneminde düşünmesi, hayatı nasıl yaşadığımızı, çocukken büyümek istemeyi büyürken çocuklaşmak istemeyi ve daha nice sorgulamalar yaşattığını inkar edemem ne kadar kısa bir eser olsa da oldukça fazla iç sorgulatmalar yaşattığı bir gerçek.

Benim için oldukça keyifle hatırlayacağım bir okuma oldu. Okursanız kesinlikle pişman olmazsınız.

9 Ekim 2021 Cumartesi

ATEŞ YAKMAK/ Jack London


 ARKA KAPAK

Jack London, Kuzey topraklarını konu alan eserlerinde okurlarını buzla sarmalanmış bir diyarda adım adım gezdirir. Biri 1902’de, öbürü 1908’de yayımlanan ve “Ateş Yakmak” başlığını paylaşsalar da birbirlerinden olay örgüsü yönünden ayrılan iki hikâyeyle, “Yaşama Azmi” adlı üçüncü bir hikâyenin bir araya getirildiği bu derlemede de Jack London insanın buz kaplı doğayla ve kendi benliğiyle yüzleşmesini anlatır.  Gençliğinde Klondike bölgesine altın aramaya giden ve soğuğun hüküm sürdüğü bu topraklarda bizzat yaşamış olan London, Alaska’dan Yukon’a, Kolondike’ten Kanada tundralarına kadar yörenin coğrafyasına ve sakinlerine oldukça hâkimdir. Jack London’ın karakterleri Kuzey’in dört bir yanda uzanan bembeyaz topraklarında vahşi doğanın gücüyle amansız bir mücadele halindedir. Doğanın, soğuğun ve pek iyi bilmedikleri bir coğrafyanın pençesinde, hayata tutunmaya çalışırlar.  Ve ateş yakmak, bu varoluş mücadelesinin ilk adımıdır.


YORUM

Kendinizi Kuzeyde hissedeceğiniz 3 farklı soğuk öykü derlemesini ele alan Ateş Yakmak kitabında  ateşin ne kadar önemli özellikle de  Kuzey de yaşayanlar için hayat anlamını taşıdığını bu öykülerde bulunan karakterler vasıtasıyla anlıyoruz. 

İlk iki öykü birbirine çok benzese de hem London'un farklı zamanlarda ve deneyimlerinin değişimi ile birbirinden oldukça farklı öyküler. Eserin sonunda daha ayrıntılı farklılıklara değinildiği için onlara ben yer vermeyeceğim. 

Karakterlerin doğaya karşı hayatta kalma mücadelelerini okumak ve bu kadar kısa bir eserin bu kadar etkileyici olmasının nedeni kesinlikle London kalemi diyebiliriz. Eser sizi gerçekten şuandan alıp o dondurucu soğuğun yaşandığı ortama götürüyor. Ve sizde karakterlerin yanı başında bir izleyici gibi yaşayacak mı yoksa yaşamayacak mı telaşına kapılıp sizin de bir mücadele savaşınız başlıyor :) .

Benim oldukça keyif aldığım bir okuma oldu. Jack London 'un tabi ki en iyi eseri diyemem ama tanışmak için kesinlikle önereceğim eserler arasında yer alıyor. 



30 Eylül 2021 Perşembe

CİNNET MÜSTATİLİ/ Necip Fazıl Kısakürek


 ARKA KAPAK

Bir ansiklopediye geçmiş ifadeyle, "hapisleri üniversite yıllarından çok olan" Necip Fazıl, 1943'den başlayarak 1947-1950-1951-1952-1957-1959 ve 1960 senelerinde cezaevine girdi. Son mahkûmiyet kararı ise vefatı sebebiyle infaz edilemedi.

1955'de "Yılanlı Kuyudan" ismiyle yayınlanmış olan eser, hapishane günlerinin, "büyük sanatkâra" has, derin ve duyarlı bir iç hayat üzerindeki müthiş tesirini yansıtan bir ıstırap ve gözyaşı günlüğüdür.


ALINTI

"İnsan, bildiği şeyi, bilinmiş zanneder. Halbuki insanın en fazla bilmediği şey, bildiğini zannettiğidir."

"Siz, karanlığın deposunda, büsbütün karanlıkta kalmanın ne demek olduğunu  bilir misiniz? Buz deposunun içine yağan kar.."

"Soylu fikir adamı için bu kainatın mutlaka izahı lazımdır. Mutlak iah olmayınca da izah edilemeyişinin izahı lazımdır."


YORUM

"Bu ne iç hapishane ki, dışımı da bu hale getirdi? Yoksa dışımdaki hapishanenin, haddine mi düşmüş, içimi bu hale getirebilmesi.."

Necip Fazıl Kısakürek'in  1952 Malatya meselesini kapsayan hapishane anılarını gün gün yazdığı eser. Yazarın kalemiyle ilk kez tanışıyorum. Güzel bir başlangıç mı yoksa yanlış bir seçim mi tam emin olamasam da güzel bir okuma yaşadığımı inkar edemem.

Günce şeklinde olduğu için yazarın iç dünyasını, hapishane yaşamının perde arkasındakileri görmek gerçekten etkileyiciydi. Nice yazarlar, şairlerimiz özgürce düşüncesini dile getirmesinden kaynaklı cezalar çekmesinin bir örneği okumak gerçekten farklı duygular hissettiriyor. Gerçi çok geçmişe de bakmaya gerek yok günümüzde yok mu sanki :)

Yazarı tanımak için günce okumalarını hep sevmişimdir aslında. Şiirlerini oldukça merak ettiğimi de dile getirebilirim. Kült şiirlerini bu dönemde yazdığını okuduktan sonra şiirlerine göz atmamak olmaz tabi.

Bu haklı, bu haksız olaylarıyla tartışmaya girmek istemiyorum açıkçası. Edebi yönden ele alındığında gerçekten yazarın kaleminin hissiyatı oldukça güçlü olduğunu söyleyebilirim.



23 Eylül 2021 Perşembe

PİA MATER/ Serkan Karaismailoğlu

ARKA KAPAK

Nöro-Roman: Sinirbilimsel gerçeklerin, belli bir kurgu ve hayali karakterler eşliğinde okuyucuya sunulduğu bir roman türüdür.

Adam bir türlü anlamıyordu. Beyin üzerine onlarca kitap ve araştırma okumuştu. Bu konuda kendisini önemli bir şekilde geliştirmişti ama gene de anlayamıyordu. Nasıl olur da bir başka insanı bu kadar net içinde hissedebilirdi ki. Onu gördüğü her an, sahip olduğunu sandığı bütün organlarının aslında ne kadar bağımsız ve başına buyruk olduklarını bir kez daha algılıyordu. Yıllardır beraber yaşadığı kalbi artık başkası için atıyordu, beyni desen çoktan olay yerini terk etmişti. Kendi hücreleri bile dinlemiyordu adamı. Bir insanın hücresi neden bir başkası için kendi vücuduna ihanet ederdi ki... Ama adam bir şeyden çok emindi. Tüm hücrelerinin kendisini terk edeceğini de bilse, onu gördüğü tek bir anı bile dünyada hiçbir şeye değişmezdi.




YORUM

"Tüm hayatım boyunca ne öğrendim biliyor musunuz? Hiçbir şey kesinlikle göründüğü gibi değildir. Bir olayın tanımını belirleyen yegâne şey, bakış açısıdır..."

Pia Mater eseri aşkın, bilimin, maceranın muazzam bir  kurguyla ortaya çıkarılmış bir nöro-roman. Nedir bu nöro-roman? Yazarımız açıklamasıyla;  Sinirbilimsel gerçeklerin, belli bir kurgu ve hayali karakterler eşliğinde okuyucuya sunulduğu bir roman türüdür.

Arka kapak yazısını okuduktan sonra heyecan ve beklentimin tavan yaptığını söyleyebilirim. Bu kadar yüksek beklentiyi hak etti mi diyecek olursanız evet gerçekten hak etmiş :)

Bilimin bu kadar keyifli ve heyecanlı bir şekilde kurgulamak gerçekten tebrik edilesi.  
Kurgu çok farklı değil lakin bu eseri farklı yapan karakterler ve beyin ilişkisi. 
Karakterlerimizin isimleri, Meryam, Perit, İlias, Tesla, Alef, Galen ve bahsetmediğim diğer karakterler.

Sadece karakterler de değil oluşturulan ortamın isimleri bile oldukça farklı ve anlamlarına yer verilmiş.
Özellikle Alef'in karakteri ve mesleğine karşı tutumuna hayran kalmamak elde değil. Çok fazla içeriğine girip heyecanı kaçırmak istemiyorum açıkçası. 
Ama eğer zamanınız varsa kesinlikle zaman okunması gereken bir kalem olduğunu söylemeliyim.

Pia Mater aslında tam olarak bir başlangıç kitabı diyebilirim. Birçok karakter var kurgumuzda ve her bir karakterin ele alınma şeklini oldukça yeterliydi. Her bir karakterin aslında bir kitabı olsa alıp okurdum diyebileceğim bir eser okumayalı oldukça uzun zaman olmuştu. Ki sadece karakterlerin çok fazla hayatına girilmedi bile. Daha neler neler olacak merak edilesi.

Genellikle serilerin ilk kitapları  devam ettirmek adına, akıcı, heyecanı tavan yaptıracak unsurlara oldukça yer verilir ve bu eserde de bunu hissettim. Yani bu kötü bir izlenim değil tabi ki. Bunu başarılı bir şekilde devam ettirmek de önemli.

Alıntılar kısmı hakkında söyleyebileceğim şey eve çok bilindik cümleler vs ama yazar zaten ben yazdım diye bir iddia da bulunmamış. Kurgunun gidişatını uygun bir söz veya olayın içeriği hakkında ufak bir ön hazırlık yapılmış gibi hissettim. Bu ayrıntı ne kadar önemli bilemiyorum tabi ama kitap hakkında araştırma yaparken dikkatimi çekmişti ve değinmek istedim.

Ve okurken bahsetmiştim aslında bir seriyi çok anımsatıyor, şimdide hangi seri olduğunu söylemeyeceğim çünkü başlangıç kitabı eğer ikinci kitabı da okuduktan sonra bu hissiyat devam ederse o zaman bahsedeceğim. Benzerlik olarak sadece hissiyat bu arada kurgu ve kalem tabi ki de farklı. 

Benim için oldukça güzel bir yolculuk oldu. Her alanda yeni bir şeyler öğrenmek tabi ki keyifli. 

İkinci kitap, Arachnoid Mater de görüşmek üzere..