22 Aralık 2021 Çarşamba

DON QUIJOTE I.Cild /Mıguel de Cervantes Saavedra

 ARKA KAPAK

124 Kısım Tekmili Birden “Don Quijote” Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi’nin yeni kitabı, İspanyol yazar Cervantes’in ünlü romanı Don Quijote, tam adıyla La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote. Kitabın sunuş yazısını yazan Prof. Jale Parla’nın sözleriyle: “Birinci kısmının basıldığı 1605 yılından beri en çok okunan, en çok sevilen, en çok yorumlanan ve yeniden en çok yazılan La Mancha’lı Şövalye Don Quijote ve silahtarı Sancho Panza’nın serüvenleri”, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgiyle karşılanmış, ancak dilimize daha çok İngilizce ve Fransızca gibi ikinci dillerde çocuklar için hazırlanmış baskılarından yapılan çevirileriyle girmişti. Yine de, ancak bir iki tane ve ikinci dillerden de olsa, tam metin çevirileri de yapıldı. Şimdi ise, Jale Parla’nın yerinde saptamalarıyla: “Shakespeare’le birlikte belki de ilk kez modern okuru düşleyen” ve sadece “şövalye romanları”nın değil, “Rönesans’ta kullanılan bütün (yazınsal) türlerin otoritesini dyıkan” bu önce yazarın belki postmodern anlatıyı bile nerdeyse dört yüzyıl önceden haber veren bu öncü romanı ilk kez tam anlamıyla Türkçeye kazandırılmış oluyor. La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, Roza Hakmen’in İspanyolca aslından yaptığı tam metin çeviriyle ve Ahmet Güntan’ın şiir çevirileriyle nihayet dilimizde.

ALINTI

"Zamanın silmediği anı, ölümün dindirmediği acı yoktur."

        "Gün kendini gösterdiğinde

acısı artar Petrus'un,

utanır yine de kimseler görmediği halde

kendi günahını kendisi gördüğünde,

çünkü kendinin görmesi yeter

yüce bir gönüle utanmak için,

gökyüzü ve toprakla yalnızken bile

utanır bir hata işlediğinde."

"Zaten, kıskançlığın hüküm sürdüğü yerde fazilet, pintiliğin olduğu yerde de cömertlik barınamaz."



YORUM

"..çok öykü okudum ama, hiçbirinde gezgin şövalyelerin..."

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu yorum birinci cilt hakkında, benim üzerimde uyandırdığı duygu ve düşünceleri içermekte. İkinci cildin yorumunda daha genel ve döneme ait düşüncelerin bulunduğu bir yorum gelecek.

Okumaya başlamadan önce en büyük hatalarımdan (bence öyle) bu kadar yüksek beklentiyle başlamamdı.. Ayrıca şunu da söylemeden geçemeyeceğim bu kadar kült bir eserde bu kadar hayal kırıklığına uğramam oldukça şaşırttı beni.. Beklentimin oldukça yüksek olmasının iki temel nedeni var diyebilirim, birinci oldukça geçerli hakkında bu kadar konuşulmuş, onlarca dile çevrilmiş eser olmasının sebebini merak ettiğimden beklentim otomatikman yükseldi.  İkinci sebebi hem kişisel olarak uzun zamandır beklettiğim hem de grup okuması yapıldığı için bir senedir okumayı dört gözle beklediğim için kendi kendimi  gaza getirmiş olabilirim :) Ayrıca baskısı bile beni motive eden, meraklandıran bir unsurdu :) Demek ki kendimi oldukça gereksiz yere gazlamışım. Şimdi gelelim neden hayal kırıklığına uğradım..

Öncelikle okumaya başladığım andan neredeyse ilk yüz sayfada ortamın içine bir türlü adapte olamadım, karakteri de anlayamadım. Karakterin özelliği bilerek yapıldığı bariz belli ama hani okurken insan bu kadarını da yapmazsın diyor. Sonunda yapıyor mu yapıyor tabi..

Karakterimiz aslında oldukça akıllı bir birey olmasına rağmen şövalye, özellikle gezgin şövalye olmayla kafayı bozmuş dersek abartı olmaz. Şövalyelik üzerine yazılan neredeyse tüm eserleri okumuş, tüm bilgi ve donanıma sahip ama uygulamada oldukça eksik olmasına rağmen kendini de döneminin gezgin şövalyesi ilan ediyor. 

Bu olay bir tık garip, hatta saçma gelebilir. Karakterimizin kendisi de farkında tüm bu olanların. Normal olarak nitelendirdiğimiz yaşantısında oldukça aklı başında, zeki ve kendini geliştirmiş diyebileceğimiz bir karakter olmasına rağmen konu şövalyelik olduğunda oldukça şaşırtıcı bir hale bürünüyor. Bu ayrı ikilem gerçekten insanı allak bullak eden bir olay. Okurken gerçekten krizler geçirdiğim yerler oldu. 

Olumlu bir düşünce oluşturmaya çalıştığımda aklıma şu olay geldi, biz kitapseverlerin gerçekten çok sevdiği kurgu kitaplarda yaşamak, orada olmayı istediğimiz veya hayal dünyamızın yarattığı evrenlerde yaşasaydık keşke dediğimiz yerler oluyor. Eğer olmuyorsa hem tebrikler hem de geçmiş olsun :) Eğer bu isteğimiz gerçekleşseydi bizleri nasıl bir durum beklediğini, bu olayların nasıl sonuçlanacağını da görmüş olduk diyebilirim ama gerçekten Don Quijote kadar olamayız bence.. Onun eline kimse su dökemez :)

Dediğim gibi karaktere alışamadım, ortama bir türlü adapte olamadım daha sonrasında bir tık daha keyifli hale geldi ama gerçekten okurken oldukça rahatsız olduğum, sık sık mola vererek bitirdiğim bir eser olması beni oldukça ikilimde bırakıyor ve bunu hiç söylemek istemesem de olumsuz yanları daha ağır basıyor. Öneri konusunda başka yorumlara bakıp  ve ikinci cildin yorumunu okuduktan sonra karar vermenizi tavsiye ederim.

Şövalye konusunu bir kenara atarsak da diğer konularda da sevmediğim kısımlar var, kadınlar hakkında düşünceler, kalemin üslubu, argo kullanımı vs beni rahatsız eden durumlar. 

Bu kadar zorlanarak okuduğum eser olduğunu hiç hatırlamıyorum ama devam ettim mi ettim :) Ben de Don Quijote olmasamda galiba deliyim :)

Bu yorumda duygunun ağır bastığı bir yorum geldi farkındayım ikinci cildi bittiğinde daha genel, dönem özellikleri yazarın amacı, karakter ve olaylar hakkındaki düşüncelerimin yorumu gelecek. 


11 Aralık 2021 Cumartesi

YALNIZIZ/Peyami Safa

ARKA KAPAK

Peyami Safa'nın son romanı Yalnızız, engin ruh tahlilleri ve kendi türünde açtığı çığırla onu yalnızca Türk edebiyatının değil, Dünya edebiyatının zirvelerine taşımış şaheseridir. Peyami Safa'nın diğer bütün romanlarında olduğu gibi Yalnızız romanında da doğu-batı, madde-mânâ, ruh-beden, idealizm-materyalizm gibi ikilemler üzerinde durularak, aynı evde yaşadıkları hâlde birbirlerinden oldukça farklı mizaç, düşünce ve insan ilişkilerine sahip aile fertleri üzerinden ruhunu arayan bir toplum resmedilir. Bireysel ve toplumsal kimliklerimiz arasında, bilhassa Batılılaşma hareketlerinden sonra ortaya çıkan uyumsuzluğun yarattığı sıkıntılar, kalabalıklar içinde milyonlarca "yalnız"ın peyda olmasına sebep olmuştur. Yalnızız; sıra dışı kurgusu ve bir üst kurmaca metin olarak romanda kendine yer bulan ütopya ülkesi Simeranya ile yarım asırdır Türk edebiyatının en çok okunan ve sevilen romanlarının başında geliyor.



YORUM

Safa'nn kalemi gerçekten yerli yapıtlar arasında oldukça farklı ve güzel yere sahip. Okuduklarım arasında da en sevdiğim eserlerden biri diyebilirim.

Yalnızız isminden de anlaşılacağı üzere yalnızlık üzerine kurulan bir yapıt. 

Her insan aslında kalabalıkta olmasına rağmen yalnızdır. Anlık bir boşluk oluştuğu an insan kendi içinde ki yaşama dönüyor. Kendini dinlemek, insanlardan uzaklaşmak bir yerde çok rahatlatıcı olmasının yanı sıra toplum işleyişine ayak uydurmak gerektirdiği zaman ufak tefek de sıkıntılar yaratan bir durum. Her şeyde olduğu gibi bunda da orta yolu bulmaya odaklanmak gerekiyor. Ayrıca anı yakalamada usta olanlara da hayranım, ben kendimi dinlemeye başladığım an olaydan andan anında kopuyor an'a geri dönüşüm de oldukça sıkıntılı oluyor :) Çok fazla uzatmadan esere geri dönecek olursak; 

Safa'nın Yalnızız eserinde Samim karakteri üzerinden yarattığı "Simeranya" adını verdiği dünyayı inşa ederek iç dünyasının kapılarını açmış, ideal yaşama alanını oluşturmuş, dünya meselelerine çözüm üretmeye çalışmış, baştan aşağıya yeni bir dünya, yaşam şekli oluşturmuş. Eser o kadar dolu bir eser ki nereye elinizi atsanız boş kalmayacak türden. Safa'nın kalemi gerçekten güçlü olduğunu bu eserinde hissettim.

Tek sevmediğim nokta karakterler arasında yaşanılan olaylarda ki tutumdu. Kadınlar ayrı bir alem, erkekler ayrı bir alem birleşince benim hoşlanmadığım durum ortaya çıktı. Her eserinde bu duygu oluşuyor ama yalnızız eserine özgü değildi bu :)


20 Kasım 2021 Cumartesi

İNSAN ÇÜRÜMEYE BAŞLADIĞINDA/ Mustafa Becit


 ARKA KAPAK

Cinayet büro hareketliydi. Masalardan masalara uçuşan dosyalar, telsizlerden duyulan anonslar, çalan telefonlar, bitmek bilmeyen sorgulayışlar… Birileri aranıyordu bu masalarda. Dosyalarda resimleri, isimleri, hikâyeleri vardı. Tutulmuş tutanaklarda gizliydiler, delil poşetlerinde yaşıyorlardı. Yakalansalar bile meçhuldüler, gerçeğin içinde birer gizdiler.

Adalet neydi? Herkes bu dünyada hak ettiğini bulur muydu? Bir cinayet en fazla kaç hayata uzanabilirdi? İnsan ne zaman çürümeye başlardı? Başkomiser Rauf, Taksici Muhsin, Doktor Taner ve diğerleri… Mustafa Becit, ikinci romanı İnsan Çürümeye Başladığında ile çürümenin, en dibe çöküşünün denizinde kulaçlar atıyor.


ALINTI 

"Sessizliğin elle tutulabilir, gözle görülebilir bir sureti olmasa da kim inkar edebilir ki var olmadığını?"

"Sen yaşamın uzak köşesine iliştirilmiş bir gerçek değilsin. Kendinle olan mesafende anlaşılmayı bekleyemezsin. Bu zamana kadar kaybettiklerini sen seçmedin. Evet doğru, onlar seni kaybettiler."

" Adamın yüzüne bakarken ölümü görmüştü. Ölümün içindeki başka bir ölümü, onun içindeki diğer ölümü görmüştü. İnsan diye fısıldamıştı kendisine, bir anda ölmez, her gün biraz biraz ölür. Sonra adamın önce bıçağı bir kenara atışını, sonra da ağzına sigarası ile kendisini soğuk sulara bırakırsın izlemiştim. "




YORUM

"Çürüyen bir insana da niye çürüyorsun diye hesap soramazsın. Çürümek doğamızda var. Hepimiz bir şeylerden koparıldık. Kendi halimizde sağlıklı, mutlu, hep keyif içinde yaşayıp gitmemiz mümkün değil. Hayat buna müsaade etmez. Zamanın tahrip edici bir etkisi vardır. "


Polisiye eserlerini çok seviyorum biliyorsunuz, arka kapak yazısı ve ismi beni kendine çeken ayrıntılardı. Lakin kitabı okumaya başladığım an bambaşka bir ortam ve duygularla okuduğum bir eser oldu. 

Bu eseri polisiye eseri olarak görmem pek mümkün değil sebebini en basit tabirle polisiye de aldığımız o katil kim, polisin düşünce yapısı vs o bölümler oldukça yüzeyseldi. E polisiyeyi polisiye yapanlar da bu ayrıntılar. Yani eser polisiye eseri olarak okumak için alan olursa büyük bir ihtimalle sevmeyecektir. Şöyle bir durum var, bu en azından bende oluşturduğu bir düşünce, kitabın içeriği aslında bir cinayetten ziyade toplum baskısı, erkek olma, kadın olma, adalet, hak hukuk, üzerine sizi düşündürmeye itecek bir kurgu yaratılmasıydı. Ve o kurgu gerçekten muntazam işlenmiş, ona bir lafım yok. Kitap boyunca gerek ana karakterlerin gerek yan karakterler gibi yaşadığımı söyleyebilirim. 

Kitap bitiminde bile acaba ben olsam ne yapardım dediğim, arkadaşımla münakaşa ettiğim bir kitap oldu. Bilmiyorum aslında birçok eser var bu tarzda lakin yazarın kalemi gerçekten farklı bir hissiyat oluşturuyor. Benim oldukça keyif aldığım bir okuma oldu, ne kadar depresif bir içeriğe sahip olsada.

Eser erkek karakterler yoğun olduğu için üslup bir miktar benim hoşuma gitmedi ama görmezden geldiğim müddetçe pek rahatsız etmedi beni. Okurken zaten çok fazla takılacak ayrıntılar değil lakin eğer benim gibi hoşlanmayanlar için belirtmek istedim. 



14 Kasım 2021 Pazar

BEYAZ GEMİ/ Cengiz Aytmatov

 ARKA KAPAK

Masalla gerçeği birleştiren bir eserdir. Geçmişi temsil eden dede ile geleceği temsil eden çocuk arasında dramatik bir ilişki kurarak insan duygu ve düşüncelerine kendine has yorumlar getirilir. Adı eserde hiç geçmeyen çocuğun saf ve temiz dünyasından, hayatın acı ve çıplak gerçeğine uzanan bir roman kurgusu meydana çıkarılır. Aytmatov’un, edebiyat âleminde geniş akisler uyandıran, uzun yıllar tartışılan, verilmek istenen mesajla yaratılan tiplerin büyük bir uyum sağladığı eserlerinden biridir.






YORUM

"Neler vermezdi suda balık olmak için!"

Aytmatov'u çok duymama rağmen bir türlü denk gelip bir eserini okuyamamıştım. Şimdi Beyaz Gemi eseriyle kalemini tanıma fırsatı bulabildim.

Öncelikle kaleminin aşırı akıcı olduğunu dile getirebilirim. Üslup bakımından bakacak olursak kültürel yoğunluğu oldukça hissettiriyor.

Beyaz Gemi eserinde ele aldığı efsanelerden çıkan yolculuk aslında anlatmak istediği noktalara oldukça farklı ve keyifli bir hava kattığını söyleyebilirim.

Keyifli dediğime bakmayın yazar kalbinizi parça parça ediyor.. 

Ana karakterimiz bir çocuk, evet adı çocuk. Dedesinden başka kimsesi olmayan, yaşadığı yerden kaynaklı hayal dünyasını kullanarak büyümeye çalışan bir çocuğun gözünden olaylara şahitlik ediyoruz. Yaşamda olduğu gibi iyi ve kötü algısı burada da var. Aslında yazarın kitap boyunca her olayı bir simgeye dönüştürmeye çalışmasını kitap bitiminde anlayabiliyorsunuz. Çok fazla karakter içermiyor; çocuk, Mümin dede, nine, Orozkul, Bekey, Seydahmet,Gülcemal, Kulubeg, Koketay.

Her bir karakterin yazarın eleştirdiği yönetim de rolü var. Şimdi karakter analizlerine girersem konuya baya değinmiş olacağımdan burada noktalıyorum. Bunu neden yazdığıma gelecek olursak kitap boyunca aslında basit bir hikaye okuyor gibi olsakta altında oldukça farklı anlamlar olan bir eser olduğunu dile getirmek istedim.

"Onun iki masalı vardı. Biri kendisinindi ve başka kimse bilmezdi. Ötekini ise dedesi anlatmıştı ona. Sonra ikisi de yok olup gitti. Şimdi size bunlardan söz edeceğiz."

Bu iki masalın nasıl yok olduğunu öğrenmek istemez misiniz?

13 Kasım 2021 Cumartesi

SEFİLLER/ Victor Hugo

 ARKA KAPAK

Fransız edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarındandır. Şiirleri, oyunları ve romanları ile tanınır. Romantizm akımının Fransa'daki temsilcisidir. Edebiyat alanındaki devasa başarılarının yanında politik hayatta da etkin bir rol üstlendi, bu nedenle sürgün cezasına çarptırıldı, cezasını tamamlamasına rağmen İmparatorluk yıkılana dek Fransa'ya dönmedi. İlk kez 1862 yılında yayımlanan Sefiller yazarın Notre-Dame'ın Kamburu ile "din", Deniz İşçileri ile "doğa" konularını işlediği roman üçlemesinin "toplum"u ele alan, en görkemli ayağıdır. Bu destansı roman Fransız toplumundan yola çıkarak, kozmolojik bir bakış ve eşsiz bir duyarlılıkla insanlığa ulaşır. Fantine'in, Cosette'in, Marius'ün, Saint-Denis Sokağı barikatlarının, Paris'in, Javert'in ve Jean Valjean'ın sefaletten sevgiye, felaketten iyiliğe ve karanlıktan aydınlığa uzanan hikâyeleri Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi'nin 250. kitabında okurlarla buluşuyor.


ALINTI

"Sizin de bizim gibi önyargılarınız, batıl inançlarınız, zorbalıklarınız, bağnazlıklarınız, cahil gelenekleri destekleyen izansız yasalarınız var. Ağzınızda geçmişin acı tadını hissetmeden ne bugünün, ne geleceğin hayalini kurabiliyorsunuz."


”14 yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam 6 ay bedava ekmek verdiler. Hayatın adaleti budur.”


"Ölmek dert değil, esas korkunç olan yaşamamak."


"Tanrı, hiç bir çocuğu kötü olsun diye yaratmaz! Onu kötü yapan, kötü eğitimdir!..  Kötü anne-baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir, zavallı yavruları da çekip yutar."



YORUM

“Erkeğin cahil ve umutsuz olduğu, kadının ekmek için bedenini sattığı, çocuğun kendini ısıtacak bir ailenin, kendini eğitecek bir kitabın yokluğunda acı çektiği her yerde Sefiller kitabı kapıyı çalıp şöyle diyor: Sizin için geldim sayfalarımı çevirin.” 


Daha önsöz bölümünden beni heyecanlandıran bir eserin yorumuyla karşınızdayım. Karşınızdayım ama bu eserin nasıl hakkını vererek yorumlayacağım bende bilmiyorum.

Kalemini daha önce deneyimlemiş olmama rağmen bu eserini okuduktan sonra sanki yeniden tanışıyor gibi hissettim. Önceki okuduğum eser, eser değilmiş desem haksızlık mı etmiş olurum acaba :)

Uzun soluklu bir eser bunu kimse inkar edemez ama öyle bir bağlantı var ki konular, karakterler arasında mükemmel bir uyum içerisinde bin küsur sayfayı oluşturmak gerçekten kolay değil. Hugo bunun altından kalkmayı başarmakla kalmamış üstüne klasik bir eser değilmiş gibi heyecanı, olayları hızını kesmeden devam ettirebilmiş.

Açıkçası benim favori klasiklerim arasına yer edindi bunu anlamışsınızdır zaten. Böyle bir eseri de beğenmeyen varsa gelsin bana nedenlerini anlatsın dinlerim :) 

Ufak tefek uzun betimlemeler var eser içerisinde ama bunu görmezden gelmemin sebeplerinden biri bir kültürü tanımak için yüzeysel bilgiler pek yardımcı olmuyor bir diğer sebebi sadece elimizde tek bir konuya odaklanılmış gibi gözükse de aslında altlarda birçok konuya değiniliyor ve onların da açıklanması da gerekli. O yüzden görmezden geldiğim detaylarda olmadı değil.

Konuya girmeyeceğim, bu eseri okuyup sizin kendi analizlerinizi yapmanız daha doğru olacak bir eser. Ama klasik bir eser olduğunu da unutmamak gerekli, burada farklı kılan üslup, akıcılık ve bunu söylemeden geçemeyeceğim klasik bir esere göre fazla aksiyon :) 

Keyifli ve dolu dolu geçen bir okuma oldu. Umarım başlamayanlar biran önce kendini hazırlasın ve başlasın. 

Kitapla kalın..

2 Kasım 2021 Salı

BİR ZAANATLA BEKLENMEDİK KARŞILAŞMA/ Stefan Zweig

 ARKA KAPAK

Stefan Zweig, bu kez gündelik yaşamın içinde yatan gizil bilgeliği keşfe çağırıyor okurunu. Kahramanımız, duyduğu taşkın merakla Paris'in nehir gibi akan kalabalığına karıştığında kentin ona nasıl sürprizlerle yanıt vereceğinden habersiz görünüyor. Sherlock Holmes bakışıyla insan portrelerini çıkarırken birden gözleyen ile gözlenenin, av ile avcının, öğreten ile öğrenenin yer değiştirdiği baş döndürücü bir çalkantı içinde buluyor kendini. Ya da tam tersi, bu kez Viyana Prater'de, durağan ve süslü yaşamından gündelik yaşamın sıradanlığına kaçan bir kahramanda özgür aşkı, toplumun kaygısız doğasını hatırlayışı okuyoruz. Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma ve Prater'de İlkbahar, Zweig'ın en küçük ilişkilerin içine nüfuz eden, en sıradanın içindeki zenginliği gören gözlem yeteneğine çarpıcı iki örnek.


YORUM

Dışarı çıktığınız zamanlarda bir bankta otururken veyahut kafede otururken kişiler hakkında gözlemler yaparak hayatlarına dair 'kimim ben' oyununa benzeyen düşüncelere dalmıştır. Eğer öyle biri değilseniz denemenizi tavsiye ederim :) Benim en sevdiğim aktivitelerden biridir. Bazen çok ileri gidip aklımda ki kişilikte mi öyle bir yaşam mı sürdürüyor, ne kadarını tutturdum diyerek insanlarla tanışıp merakımı da gideriyorum. Tabi çoğunlukla hayalimde ki gibi kalıyor. Orada kalması daha iyi :)

Stefan Zweig bu basımında yer alan iki öykü mevcut. Birisi kitabın ismini alan Bir Zanaatla Beklenmedik karşılaşma diğeri Prater'de İlkbahar.

İlk öykümüz Paris'in o görkemli sokaklarından birinde kafede tek başına oturan karakterimizin çevresinde bulunan insanları gözlemlerken karşısında oldukça daha önce görmediği bir profil bir karakter çıkmasının ardından yaşanılan derin bir gözlem, akıl almaz bir merakla bir insanın peşine takılıp gittiğinizde nerelere götürebileceğini ele alınan bir öykü.

İkinci öykümüzde aslında yine bakış açısını ele alan bir öykü. Karakterimizin dolabında eski yaşamından kalan sade, düz elbisesini giyerek sokaklara sadece bir kıyafetle görünmez olduğunu, eski yaşamında neler yaşadığını hatırlatıyor olması oldukça ilginç aslında. Sonuçta bir kıyafet değil mi? Bu öykünün diğer sevdiğim kısmı var olduğumuzu nasıl gösterebiliriz veyahut gösterebiliyor muyuz? düşüncesiydi. En azından aklımda böyle bir düşünce oluşturdu.

İki öyküsünün de ortak noktası gözlem ve bakış açısı. İki öyküsünde derin bir içerik sizi bekliyor. Ufak detaylar  bazen anahtarı kaybolmuş kapı gibidir. Anahtar yerinde yoksa sizleri farklı araçlara iter.

Zweig 'in eserlerini yavaş yavaş tamamlamak arada Zweig enerjisini almak benim en sevdiğim aktivitelerden. Bu öykülerinde yine keyif ve düşüncelerle dolu bir saat yaşattığını söyleyebilirim. Kalemi basit diyenler olabilir lakin verdiği keyif ve anlamlar basit olmadığını tekrardan dile getirip yorumu burada bitiriyorum.

Kitapla kalın..