8 Kasım 2023 Çarşamba

BENİM ÜNİVERSİTELERİM / Maksim Gorki

 ARKA KAPAK

Benim Üniversitelerim'de, Aleksey Peşkov, üniversitede okumak üzere Kazan şehrine gelir. Fakat zorluklarla geçen hayatında bu büyük hayalini gerçekleştirmesi kolay olmayacaktır. Bir yandan ekmeğini kazanmaya diğer yandan eğitimini sürdürmeye çalışan genç, Rusya'da çarlık yönetiminin ve eskimiş dünya görüşünün çalkantılı ortamında bütün hayatın bir üniversiteye dönüştüğünü görür. Karşısına benzersiz kişilikleri olan, Rusya'nın kaderini değiştirecek kişiler çıkacaktır. Rusya gürül gürül geleceğini tartışmaktadır.

Çocukluğum ve İnsanlar Arasında'nın ardından Benim Üniversitelerim'le birlikte, edebiyat tarihine eşsiz bir gerçekçilik anlayışı getiren Maksim Gorki'nin kendi hayatından yola çıkarak yazdığı üçleme tamamlanmış



ALINTI

"Hayatı çok daha basit düzenlemeli, o zaman hayat insanlar için çok daha güzel olacaktır."

"Her şeyi bir an önce öğrenmeye çabalayan meraklı, fazla heyecanlı biriydim. Bu özelliğim hayatım boyunca tek bir şey üzerinde yoğunlaşıp ciddi bir şekilde çalışmama hep engel olmuştur."

"Gırtlağına kadar kitaplara gömülmüş, bir çılgın gibi yaşıyor..."




YORUM

"İnsanlar unutma ve avunma arıyorlar, bilgi değil."


Maksi Gorki üçlemesinin son kitabını da bitirerek bir devri sonlandırıyoruz.
Genel olarak severek ve hissederek okuduğum bir seriydi. Son kitabında diğer ilk iki kitabına nazaran biraz kalem olarak fark görülüyor, beni çok irite edecek kadar değildi.

Ninesiyle son kez vedalaşıp, Üniversite okumak ümidiyle Kazan şehrine taşınır. Okumayı çok sevmektedir birçok umutla üniversite hayaliyle yanıp tutuşur. Doğduğu günden itibaren peşini bırakmayan yoksulluğu birkez daha karşısına çıkarak tüm hayalleri yavaş yavaş yıkılır. 
Okumak bir yana karnını doyurmak bile çok güçtür. Çocukluğundan itibaren birçok farklı alanda iş deneyimi olduğu için iş bulmaktan ya da yapmaktan gocunmaz, gerçi gocunacak durum da değildir.

Burada çocukluğunda yaşadığı iş deneyimlerinin yanı sıra insan, hayat deneyimi de tabi ki artarak ve farklılaşarak devam eder. Fırıncı da çalıştığı dönem hem okumaya geri dönme hem hayatta kalma mücadelesi ile savaşırken, devrimle ilgili olaylara da karışmamak elinde değildir. 




Sözün kısası diğer yorumlarda da belirttiğim gibi yazara ilginiz varsa ve otobiyografi okumayı seviyorsanız tavsiye ederim.







1 Kasım 2023 Çarşamba

EKMEĞİMİ KAZANIRKEN /Maksim Gorki


ARKA KAPAK

Maksim Gorki'nin, edebi olgunluk çağı ürünlerinden olan Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim adlı otobiyografik üçlüsü, yazarın başeseri sayılageldiği gibi tüm Rus edebiyatı içinde yer alan mükemmel otobiyografilerden biridir.Gorki'nin çocukluk ve gençlik yıllarını anlatan üçlü, bir yazarın kendinden çok çevresi üzerinde durduğu, iç gözlemden çok dış gözleme yer verdiği ender otobiyografik romanlardan biri, aynı zamanda Gorki'nin gözlemciliğiyle anlatım yeteneğinin doruğa ulaştığı, kendinden önceki Toplumsal Gerçekçilik ustalarıyla birlikte kendisini de aştığı başeserdir.


ALINTI

"İnsanın en gözü dönmüş düşmanı, yine insandır."

"Kitaplarda anlatılan hayatla gerçek hayat arasında hoş farklar vardı. Gerçek hayat gitgide ağır bir yüke dönüşüyordu."

“Boş dünyada kendimi yalnız hissediyordum. Yüreğim de boşalıyor, tatlı bir hüzün onu gıdıklıyordu sanki; bütün arzularım siliniyordu, düşünecek hiçbir şeyim kalmıyor ve sömüren bu hüzünlü boşluk, bende hiç umut bırakmıyordu.”



YORUM

"Bütün o tatlı sözlerine, tatlı gülümsemelerine karşın insanlar birbirine yabancıdır; aslında dünyada her şey, herkes birbirine yabancıdır."

Çocukluğuna şahit olduğumuz Gorki'nin şimdide ilk gençlik yıllarına şahit oluyoruz. Büyümenin getirdiği sorumlulukları erken yaşta tanışmak zorunda kalan biri. Geçinmek, yaşamak için çocuk yaşta iş hayatına atılması gerekiyor. İlk iş deneyimi kuzeni sayesinde bir ayakkabıcı dükkanında yaşamaktadır. Orada müşteri - patron ilişkilerini deneyimleyerek insanların ne kadar iki yüzlü olduğu (ve birçok şeyi) ilk elden tecrübe etmektedir. 

Bir gün ayakkabıcıda çalışırken üzerine kaynar çorba dökülür. İşten ayrılmak zorunda kalır. Anneannesi ve dedesinin yanına dönmüştür. Tabi kısa süreliğine.. İyileşir iyileşmez dedesi iş hayatını öğrenmesi adına akrabaların yanına gönderir, anneannesini kardeşine. Anneannesi ilk başta itiraz etse de çok bir şey değiştirmez.


Yeni iş deneyimi ev işleri olan toz alma, soba yakma, evi süpürme silme, yemeklere yardımcı olma gibi işler yapmaktadır. Bu işler tabi ki istediği bir şey değildir ama seçenekler çokta iyi değildir.
Burada ki yaşamı ona çok şey katmasına rağmen anneannesi her ziyaretine geldiğinde yapmicam, kaçacağım gibi sözler sarf etse de anneannesinin biraz daha dayan, sabırlı olmasını öğütleri ve anneannesi için katlanmaktadır.

Artık katlanamayacağı zaman geldiğinde tekrardan evine döner. Bir süre sonra başka bir iş karşısına çıkar, gemide bir bulaşıkçı aranmakta. Bir şekilde işe alınır. 
Burada ki deneyimi hayatını değiştireceği noktalar barındırmaktadır. 

Gorkinin sabrı, zekası ve bulunduğu ortamlarda gösterdiği tavırları okurken nedensiz bir mutlulukla okuyorsunuz. Siz oradaymışçasına hissettiriyor.
Gorkinin üçlemesinin ikinci kitabı ilk kitabı kadar beni tatmin etti. Bu yorumu yazarken üçlemenin son kitabına başlamış bulunuyorum.. Gorkinin üniversite dönemi, yetişkinliğinde yaşadıkları, deneyimlediklerini çok merak ediyorum..

Kesinlikle tavsiye ettiğim bir üçlemedir. Kitapla kalın..







 

4 Haziran 2023 Pazar

ÇOCUKLUĞUM / Maksim Gorki


 ARKA KAPAK

Gorki`nin Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim`den oluşan üçlemesi, Rus dilinde yazılmış en güzel otobiyografilerden biridir. Çocukluğum`da babasını küçük yaşta yitirdikten sonra taşındığı dedesinin evinde geçirdiği yılları anlatır. Miras kavgaları, doğumlar, ölümler, küçük Aleksey`in tanık olduğu ve bizzat maruz kaldığı akıl almaz şiddet, bu evde gündelik hayatın akışı içinde sıradan olaylardır.

"Herkesin herkese düşman" olduğu bu aile, 19. yüzyıl Rusya`sında hüküm süren acımasız ve hoyrat hayatın bir "küçük evreni"dir aslında. Neyse ki idealizmi ve tertemiz kalbiyle adeta bir halk filozofu olan ninesi hep Aleksey`in yanındadır. Bir de her biri hayatında iz bırakan çok sayıda capcanlı karakter vardır… Onlar sayesinde hayat zor olduğu kadar gizemli ve renklidir de. Hem Gorki`nin "kendi ülkelerinde bir yabancı gibi yaşayan, gerçekteyse o toplumun en iyileri olan" insanlardan ilkiyle tanışması da yine çocukluğuna rastlar… 

ALINTI

"Yaşadığım hayat hiç hoşuma gitmiyordu; umutsuzluk benzeri bir duygu içindeydim, ama nedense sürekli bunu gizlemeye çalışıyor, olay çıkartıyor, yaramazlık ediyordum."

"Adına sevgi denen duyguların canlı, insanın yüreğini titreten gökkuşağı benim yüreğimde solmuştu, her şeye karşı duyduğum kin kömür gazı ateşi gibi koyu mavi titrek bir ışık veriyordu ve kalbimde de yoğun bir hoşnutsuzluk duygusu, bu gri, cansız saçmalıkta bir başıma olduğum hissi için için yanıyordu."


YORUM

"Çocukluğumda bir kovan gibi görürdüm kendimi: Basit, sıradan insanlar, hayat üzerine bilgilerinin, düşüncelerinin balını arılar gibi kovanıma taşır, sunabildikleri ne varsa ruhumu zenginleştirmek üzere getirip cömertçe sunardı. Bal her zaman temiz olmazdı, hatta çoğu kez acı olurdu. Ama her bilgi, yine de baldı!"

Çocukluğum, Maksim Gorki'nin otobiyografi üçlemesinin ilk kitabı. Gorki ile tanışma kitabım, Ana eseriydi ve en sevdiğim klasikler arasında yerini alıyor. O eserde kaleminin akıcı ve kurgusunun tam oturduğu bir eser olarak tanımlayabilirim. Gorki'nin diğer eserlerini de merak ettiren bir eserdi.

Gelelim Çocukluğum eserine, Gorki, nakliyecilik yapan babasını 5 yaşındayken kaybeder, annesi ve anneannesiyle doğum yeri olan Nijni Novgorod'a döner. Anneannesi ve büyük babası tarafından Nijniy Novgorod'da büyütülür. Annesinin birçok kez bırakıp gitmesi, annesiyle iletişimi, bağını oldukça sınırlar. Onun yerine masalları ile büyüdüğü anneannesinin, üzerinde çok büyük etkisi vardır. Hem annesş hem babası olmuş diyebiliriz. Anneannesi çocukluğunu kaplamaktadır.  Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilmiştir. 8 yaşında çalışmaya başlamak zorunda kalmıştır, bu sayede Rus işçi sınıfının yaşamını yakından tanıdığını bir döneme geçer.Ve bu tanışması eserlerine de oldukça iyi bir şekilde yansıtacaktır. 

Çocukluğunun bu kadar yıpratıcı ve çok karmaşık geçmesi gerçekten okurken yorucuydu, okurken birlikteymiş hissiyatını verebilmiş. miş-mış ların bu kadar etkiliyse yaşamak ne kadar zordu ancak yaşayanın bileceği bir his. En sevdiğim bölümler Gorki'nin de olduğu gibi anneannesiyle geçirdiği zamanlardı. Anneannesi'nin okula gitmemesine rağmen kendini geliştiren bir insan olduğunu fark edebiliyoruz. Farklı inançlar, tanrılar ile büyütülmesi onun inanç konusunda da farklı izlenimler bıraktığını görebiliyoruz.

Maksim Gorki'yi yakından tanımak istiyorsanız üçlemeyi tavsiye edebilirim, çocukluğunun derinlerine gidip birde gençliğinin neler kattığını görmek için sabırsızlanıyorum açıkçası.

6 Mart 2023 Pazartesi

DUDAKTAN KALBE / Reşat Nuri Güntekin

 ARKA KAPAK

Reşat Nuri Güntekin,1925 yılında yayımlanan Dudaktan Kalbe adlı romanında farklı sosyal çevrelerden gelen kahramanların yaşam biçimlerini ele alırken, zaman zaman dönemin toplumsal ve siyasi yaşamına da ayna tutuyor.

Gelenek ve göreneklerin tanıtımında ve kişilik canlandırımında son derece başarılı olan yazar, yalın ve gösterişsiz bir anlatımıyla ve temiz bir İstanbul Türkçesiyle geniş kitlelere seslenebiliyor. 

Ayrıca ilk romanı Çalıkuşu'nda olduğu gibi bu eserde de romanın kahramanlarının duygusal çalkantılarını ve mutsuz yaşam serüvenlerini ustalıkla aktarırken, okuyucuyu da İzmir'den Kütahya'ya, Bozyaka Bağları'ndan İstanbul'a Lamia ve Hüseyin Kenan'ın peşi sıra sürüklüyor adeta onların derin aşklarına tanıklık ettiriyor.


ALINTI


"Bazı şeyler öyle fena kırılır ki, hiçbir suretle tamiri kabil olmaz."

"Hislerin de insanların gibi renksiz, abus ihtiyarlıkları, sefilane ölümleri var... Bizim masumane sergüzeştimiz ihtiyarlamadan ölecek Kınalı Yapıncak..."


YORUM

"İnsan, gönlüne hükmedebilir mi?"

Reşat Nuri Güntekin 'nin kalemini severim. İlk tanışma kitabım Acımak olmasından sonra Çalıkuşu, Yaprak Dökümü ve şimdi de Dudaktan Kalbe. Darısı diğer eserlerine diyerek..

Her eserinde toplumun içinden karakterler ve dönemin kadınlar üzerinde ki rolünü baz alarak bir çerçeve oluşturuyor. Bu güzel bir şey ama bu eserinde de fark ettiğim üzere, bir şeylerin yanlış olduğunun farkında olmasına rağmen ona uygun çözümler üreterek değil de toplumda olan şeyleri yazıyor. Bu yanlış gibi gözükmeyebilir belki ama şöyle bir senaryo olduğunu düşünelim, yazarsınız toplumda bir farkındalık yaratmak istiyorsunuz ve bunu kurgulayarak gerçekçi bir hale getiriyorsunuz ve bu farkındalık yaratma isteğinizi doğru senaryolarla yazabildiğiniz halde yazmayıp kurgulayarak değil gerçeklikle oluşturuyorsunuz. Biraz çelişkili gibi geldi bana, ne kadar doğru tartışılır.

Amaç güzel ama sonuç için eksiklikler olduğunu dile getirsem yanlış mı düşünürüm acaba? Bunu bu eserde birkaç örnekle taçlandırabilirim. Buraya geçmeden önce ama kısaca hikayemizden bahsetsem daha iyi olacaktır.

Dudaktan Kalbe, gençken çektiği aşk acısı nedeniyle tekrar âşık olmayacağını, aşkın bir daha dudaktan kalbe inmeyeceğini felsefe edinmiş bir gencin öyküsü. Baba faktörü 'nün olmamanın etkisiyle oradan oraya savrulduğu bir hayatla başlayan daha sonrasında bir şekilde adapte olmaya çalışarak yaşayan bir genç. Ancak daha sonra bir arkadaşının vasıtasıyla öğrendiği yurtdışında eğitim alabileceğini öğrenince annesinin dükkânını satarak Avrupa'ya müzik eğitimi almaya gitmiş ve çok başarılı bir kemancı olmuştur.

 Lamia kimsesiz bir çocuktur. Akrabasında yaşayan Lamia sıkıntı yaratmamak için kendisini asla birinci plana koymayan birisidir. Yengesine yardım etmek, yeğenleriyle vakit geçirmek vs vs bunu severek yapmasına rağmen içinde bir yerlerde eksiklik hisseden birisidir. Kenan'ı daha görmeden müziğine âşık olmuştur. 

Kenan dayısının ısrarlarına dayanamayıp Türkiye'ye gelir ve bir şekilde Lamia'yla tanışırlar. Başlarda Lamia ya çocuk gözüyle bakmasına rağmen zaman geçtikçe ve birtakım olaylar yaşandıktan sonra Kenan daha sonra küçük Lamia ya âşık olur. Lamia onun aşkına inanmaz ve bu bir imkânsız aşk haline gelir ve bundan sonra can alıcı asıl hikâye başlamaktadır. 

Özetlemek gerekirse konusu bu seyir içerisinde ilerliyor burada iki ana karakterden bahsettim ama eser de birçok yan ve ana karakter olacak roller bulunmaktadır. Onlardan bahsetmek istemiyorum yoksa dayanamayıp tüm kitabı anlatırım :)

Asıl hikayemiz başladıktan sonra Lamia 'nın çektiği sıkıntıları okurken fenalıklar geçirdim gerek topluma gerek Lamia'nın kendisine.. Yukarıda da bahsettiğim gibi kendini pek ön planda tutmayan bir karakter. Yardımsever olmak ayrı hakkını aramak apayrı konular. Lamia'nın başından geçen talihsizlikler silsilesi gerçekten eksilmiyor. Ve sevdikleri tarafından nasıl hor kullanıldığını tek tek görebiliyoruz. 

Kenan karakteri apayrı bir karakter zaten. Daha en başından nasıl bir rol de olacağını kendi ağzıyla kendini toplumdan daha iyi ve net bir şekilde eleştiriyor. Eleştirilerinde ne kadar haklı olsa da bu sonu hak etti mi orası tartışılır. Ama şaşırdığımı dile getirebilirim. Böyle bir ters köşe beklemiyordum.

Yukarıda bahsettiğim çelişkilere örnek verecektim ama kitabın çok içine gireceğim örnekten vazgeçtim ama okuduktan sonra beni net bir şekilde anlayacağınızı düşünüyorum.

Toparlayacaksam olursam genel olarak konu bakımından, üslup ve ele alış biçimi bakımından severek okuduğum bir eserdi. Güntekin ne kadar acıklı sonlar yazsa da güzel duyguları ele alması gerçekten muazzam. 

Kitapla kalın, keyifli okumalar..




26 Temmuz 2022 Salı

AMAK-I HAYAL- Hayalin Derinlikleri/ Filibeli Ahmed Hilmi


 ARKA KAPAK

Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanı kabul edilen A’mâk-ı Hayal, Filibeli Ahmet Hilmi’nin felsefi ve tasavvufi görüşlerini içermektedir. Romanın kahramanı Raci, içindeki şüphe ejderhasını susturmak ve mutlak hakikate ulaşmak için mezarlıkta karşılaştığı Aynalı Baba’nın yardımıyla manevi seyahatlere çıkar. Raci bu seyahatlerinde hedefine ulaşmak için Buda’yla Hiçlik Zirvesi’ne, Yunan tanrılarının bulunduğu Olimpos Dağı’na, Hürmüz ile Ehrimen’in savaş meydanına, Simurg’un sırtında Merih gezegenine, Kaf Dağı’na ve daha birçok yere gider. Raci hakikatin peşinde nice âlemde, boyut ve mekânda dolaşırken biz okurlara Ahmet Hilmi’nin Doğu ve Batı felsefesi, tasavvuf, mitoloji, dinler tarihi üzerine kurduğu bu gerçeküstü romanı izlemek düşüyor -şaşkınlıkla, merakla ve zevkle…


YORUM

Hayallerimizin bir sınırı olmalı mı? Yoksa oradayken istediğimiz her şeyi gerçekleştirebilir miyiz? Hayal bana göre, insanın aklına gelebilen, düşünebildiği her şey aslında gerçekleşebilir. Sadece zaman veya ulaşma isteğinize bağlı olarak değişkenlik gösterebileceğini düşünüyorum.

Belki saçma belki de mantıklı gelebilir bu söylediğim, biraz üstüne oturup düşünmeniz lazım. Bu zamana kadar ne hayaller kurdum, ne gerçekleştirdim veya gerçekleşmedi.

Amak-ı Hayal, Ahmet Hilmi'nin  Raci ana karakterimizle felsefik bakış açısıyla ele aldığı, kurgusal bir eserle bizlere bu zaman kadar duyduğumuz efsane, mitoloji, destan, tasavvuf hakkında ileri gelen düşüncelerini aynı zamanda önemli bir zat olarak  Aynalı Dede karakteriyle bizlere rüyalar ve hayaller alemine dalıyoruz. 

Raci; eden, uman, yalvaran, ümitli demek imiş. Aynalı Baba'ya göre bu tam anlamıyla insanın ta kendisidir. 

 Bu alemde kendinizi bir gün Buda Gotama ile Yokluk tepesine, bir gün Zerdüşt'ün şehrine, bir gün Kaf Dağına, bir gün Güneş sistemine.. Bir ara anka kuşunun sırtında, bir ara Azâmet deryasında, alimlerin toplantısında, berzah aleminde.. Ve sonunda Manisa Tımarhanesi'nde bulacaksınız. 

Başlangıçta açıkçası ne böyle bir kurgu ne de böyle bir üslup bekliyordum. Belki günümüz Türkçesine çevrilmiş olmasından( ki bence ne kadar çevrilse de orijinalliği bozulacağı için çok fazla bütünlüğü bozmak istemiyorlar) kaynaklı olabilir. 

Yazıldığı döneme bakacak olursak (1910) oldukça iyi bir eser olduğunu söyleyebilirim. Okurken evet keyif alarak okudum, özellikle o gazeller kısmından sonraki geçişler çok eğlenceli geldi. Yazarın yolculuklar esnasında karşılaştığı durumlar, sorularda keyif veren kısımlardı. Bütün olarak baktığımda aslında severek okuduğum ama yer yer ben ne okuyorum dediğim bir eser oldu.

Önerir miyim? Kitaplığınızda bulunuyorsa bir şans verebilirsiniz açıkçası ama şiddetle önerdiğim bir kitap değil.

17 Temmuz 2022 Pazar

TATAR ÇÖLÜ/ Dino Buzzati

 ARKA KAPAK

Tatar Çölü, 2. Dünya Savaşı sonrasında parlayan modern İtalyan edebiyatının ilk ve en usta ürünlerinden biri, çağdaş dünya edebiyatında da önemli yer edinmiş bir eser. Genç ve hevesli bir teğmenin, ilk görev yerini çevreleyen uçsuz bucaksız çölle savaşı. 

Çöl, hem teğmenin muhtaç olduğu düşmanı ondan esirger hem bizzat düşmanın yerini tutar, hem de gizemli, tarifsiz varlığıyla genç teğmeni cezbeder. Gerçek dışı, soyut bir mekanda, zamanda, zeminde, olaysızlığın ortasında insana ilişkin en can alıcı sorular...



YORUM

"Tek bir muharebe, sonra ömür boyu mutlu olması için yeterliydi."

Giovanni Drogo, askeriyeden ilk görev yeri, kuzeyinde ıssız Tatar çölü bulunan Bastiani Kalesi'ne atanan bir subaydır.  Drogo'nun Bastiani Kalesi’ne gidişi ile roman başlar. Giderken ki gelecek hayalleri, göreviyle ilgili planlarıyla kendisinin nasıl bir yaşam düşlediğini az buçuk anlatmaktadır. Kahramanımız görev yeri olan Bastiani Kalesini görüp ve üstleriyle konuşmalarından sonra  burada kalmak istemez. Üstleriyle konuşması ile 4 ay kalıp daha sonrasında görev değişimi isteyeceğini planlar. 

John Lennon'un sözüyle bir alıntı yapmak istiyorum çünkü karakterimize oldukça uyan bir söz; 'Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir.' 

Drago'nun 4 aylık macerası 30 yılı bulmaktadır. Neden bu kadar uzun sürdü, ona ne engel oldu? Bir insan neden hep erteler, umutlar mı engel olur yoksa insanın kendini gösterme çabası mı?

"Savaş mı? Siz hala savaş mı düşünüyorsunuz? Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?"

Yazarın değindiği konuları kaleme alış biçimi oldukça sürükleyici olmasının yanı sıra birçok tarzda ele almış olması da kitabı akıcı bir şekilde okutuyor. Bir çok tarz dememim sebebi hem ana karakterle bir bütün halinde olmamızı sağlıyor hem de ortam ve diğer karakterlerle bütünleştirebiliyor. 

Umut gerçekten en güçlü duygulardan birisi olduğunu tekrardan yazar sayesinde bir kez daha anladım. Melankoli olarak bakılmasın ama yalnızlıktan hiçbir insan asla kurtulamaz, kurtulmamalı da bence. Çünkü insanın kendini dinlemesi, vakit geçirmesi oldukça gerekli olduğu düşüncesindeyim. Yalnızlık bir yere kadar güzel ve olumlu bir şey aslında. Diğer her şey gibi onunda bir ayarı, dozu olmalı.

Tatar Çölü aslında beklentiler kitabı olarak bir kısmını özetleyebilirim. Bir şeyler olması beklentisi, mutlu, mutsuz, heyecanlı, olaylı, olaysız daha nice beklentilerle doludur insan. Karakterimiz Giovanni Drogo ve diğer Bastiani Kalesi askerleri gibi böyle bir karakter. Belki ortamdan etkilenmişlerdir belki de değildir. 

Ayrıca dipnot olarak belirtmek isterim eser boyunca sizde diğer karakterler gibi bir beklenti içerisinde oluyorsunuz, benim birçok beklentim oldu açıkçası. Dile getiremiyorum son bölümlerin sürprizi kaçmaması adına ama karakterler bir bütün haline geldiğim bir yapıttı.

".. insan tüm gördüklerinin yalan olduğu duygusundan ve en güzel anda uyanacağı düşüncesinden hiçbir zaman tam olarak kurtulamaz."

Eseri okuyup kendi analizleri oluşturmanızı tavsiye edeceğim, size bir şeyler katacak bir kitap. 

Kitapla kalın..