6 Mart 2023 Pazartesi

DUDAKTAN KALBE / Reşat Nuri Güntekin

 ARKA KAPAK

Reşat Nuri Güntekin,1925 yılında yayımlanan Dudaktan Kalbe adlı romanında farklı sosyal çevrelerden gelen kahramanların yaşam biçimlerini ele alırken, zaman zaman dönemin toplumsal ve siyasi yaşamına da ayna tutuyor.

Gelenek ve göreneklerin tanıtımında ve kişilik canlandırımında son derece başarılı olan yazar, yalın ve gösterişsiz bir anlatımıyla ve temiz bir İstanbul Türkçesiyle geniş kitlelere seslenebiliyor. 

Ayrıca ilk romanı Çalıkuşu'nda olduğu gibi bu eserde de romanın kahramanlarının duygusal çalkantılarını ve mutsuz yaşam serüvenlerini ustalıkla aktarırken, okuyucuyu da İzmir'den Kütahya'ya, Bozyaka Bağları'ndan İstanbul'a Lamia ve Hüseyin Kenan'ın peşi sıra sürüklüyor adeta onların derin aşklarına tanıklık ettiriyor.


ALINTI


"Bazı şeyler öyle fena kırılır ki, hiçbir suretle tamiri kabil olmaz."

"Hislerin de insanların gibi renksiz, abus ihtiyarlıkları, sefilane ölümleri var... Bizim masumane sergüzeştimiz ihtiyarlamadan ölecek Kınalı Yapıncak..."


YORUM

"İnsan, gönlüne hükmedebilir mi?"

Reşat Nuri Güntekin 'nin kalemini severim. İlk tanışma kitabım Acımak olmasından sonra Çalıkuşu, Yaprak Dökümü ve şimdi de Dudaktan Kalbe. Darısı diğer eserlerine diyerek..

Her eserinde toplumun içinden karakterler ve dönemin kadınlar üzerinde ki rolünü baz alarak bir çerçeve oluşturuyor. Bu güzel bir şey ama bu eserinde de fark ettiğim üzere, bir şeylerin yanlış olduğunun farkında olmasına rağmen ona uygun çözümler üreterek değil de toplumda olan şeyleri yazıyor. Bu yanlış gibi gözükmeyebilir belki ama şöyle bir senaryo olduğunu düşünelim, yazarsınız toplumda bir farkındalık yaratmak istiyorsunuz ve bunu kurgulayarak gerçekçi bir hale getiriyorsunuz ve bu farkındalık yaratma isteğinizi doğru senaryolarla yazabildiğiniz halde yazmayıp kurgulayarak değil gerçeklikle oluşturuyorsunuz. Biraz çelişkili gibi geldi bana, ne kadar doğru tartışılır.

Amaç güzel ama sonuç için eksiklikler olduğunu dile getirsem yanlış mı düşünürüm acaba? Bunu bu eserde birkaç örnekle taçlandırabilirim. Buraya geçmeden önce ama kısaca hikayemizden bahsetsem daha iyi olacaktır.

Dudaktan Kalbe, gençken çektiği aşk acısı nedeniyle tekrar âşık olmayacağını, aşkın bir daha dudaktan kalbe inmeyeceğini felsefe edinmiş bir gencin öyküsü. Baba faktörü 'nün olmamanın etkisiyle oradan oraya savrulduğu bir hayatla başlayan daha sonrasında bir şekilde adapte olmaya çalışarak yaşayan bir genç. Ancak daha sonra bir arkadaşının vasıtasıyla öğrendiği yurtdışında eğitim alabileceğini öğrenince annesinin dükkânını satarak Avrupa'ya müzik eğitimi almaya gitmiş ve çok başarılı bir kemancı olmuştur.

 Lamia kimsesiz bir çocuktur. Akrabasında yaşayan Lamia sıkıntı yaratmamak için kendisini asla birinci plana koymayan birisidir. Yengesine yardım etmek, yeğenleriyle vakit geçirmek vs vs bunu severek yapmasına rağmen içinde bir yerlerde eksiklik hisseden birisidir. Kenan'ı daha görmeden müziğine âşık olmuştur. 

Kenan dayısının ısrarlarına dayanamayıp Türkiye'ye gelir ve bir şekilde Lamia'yla tanışırlar. Başlarda Lamia ya çocuk gözüyle bakmasına rağmen zaman geçtikçe ve birtakım olaylar yaşandıktan sonra Kenan daha sonra küçük Lamia ya âşık olur. Lamia onun aşkına inanmaz ve bu bir imkânsız aşk haline gelir ve bundan sonra can alıcı asıl hikâye başlamaktadır. 

Özetlemek gerekirse konusu bu seyir içerisinde ilerliyor burada iki ana karakterden bahsettim ama eser de birçok yan ve ana karakter olacak roller bulunmaktadır. Onlardan bahsetmek istemiyorum yoksa dayanamayıp tüm kitabı anlatırım :)

Asıl hikayemiz başladıktan sonra Lamia 'nın çektiği sıkıntıları okurken fenalıklar geçirdim gerek topluma gerek Lamia'nın kendisine.. Yukarıda da bahsettiğim gibi kendini pek ön planda tutmayan bir karakter. Yardımsever olmak ayrı hakkını aramak apayrı konular. Lamia'nın başından geçen talihsizlikler silsilesi gerçekten eksilmiyor. Ve sevdikleri tarafından nasıl hor kullanıldığını tek tek görebiliyoruz. 

Kenan karakteri apayrı bir karakter zaten. Daha en başından nasıl bir rol de olacağını kendi ağzıyla kendini toplumdan daha iyi ve net bir şekilde eleştiriyor. Eleştirilerinde ne kadar haklı olsa da bu sonu hak etti mi orası tartışılır. Ama şaşırdığımı dile getirebilirim. Böyle bir ters köşe beklemiyordum.

Yukarıda bahsettiğim çelişkilere örnek verecektim ama kitabın çok içine gireceğim örnekten vazgeçtim ama okuduktan sonra beni net bir şekilde anlayacağınızı düşünüyorum.

Toparlayacaksam olursam genel olarak konu bakımından, üslup ve ele alış biçimi bakımından severek okuduğum bir eserdi. Güntekin ne kadar acıklı sonlar yazsa da güzel duyguları ele alması gerçekten muazzam. 

Kitapla kalın, keyifli okumalar..




26 Temmuz 2022 Salı

AMAK-I HAYAL- Hayalin Derinlikleri/ Filibeli Ahmed Hilmi


 ARKA KAPAK

Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanı kabul edilen A’mâk-ı Hayal, Filibeli Ahmet Hilmi’nin felsefi ve tasavvufi görüşlerini içermektedir. Romanın kahramanı Raci, içindeki şüphe ejderhasını susturmak ve mutlak hakikate ulaşmak için mezarlıkta karşılaştığı Aynalı Baba’nın yardımıyla manevi seyahatlere çıkar. Raci bu seyahatlerinde hedefine ulaşmak için Buda’yla Hiçlik Zirvesi’ne, Yunan tanrılarının bulunduğu Olimpos Dağı’na, Hürmüz ile Ehrimen’in savaş meydanına, Simurg’un sırtında Merih gezegenine, Kaf Dağı’na ve daha birçok yere gider. Raci hakikatin peşinde nice âlemde, boyut ve mekânda dolaşırken biz okurlara Ahmet Hilmi’nin Doğu ve Batı felsefesi, tasavvuf, mitoloji, dinler tarihi üzerine kurduğu bu gerçeküstü romanı izlemek düşüyor -şaşkınlıkla, merakla ve zevkle…


YORUM

Hayallerimizin bir sınırı olmalı mı? Yoksa oradayken istediğimiz her şeyi gerçekleştirebilir miyiz? Hayal bana göre, insanın aklına gelebilen, düşünebildiği her şey aslında gerçekleşebilir. Sadece zaman veya ulaşma isteğinize bağlı olarak değişkenlik gösterebileceğini düşünüyorum.

Belki saçma belki de mantıklı gelebilir bu söylediğim, biraz üstüne oturup düşünmeniz lazım. Bu zamana kadar ne hayaller kurdum, ne gerçekleştirdim veya gerçekleşmedi.

Amak-ı Hayal, Ahmet Hilmi'nin  Raci ana karakterimizle felsefik bakış açısıyla ele aldığı, kurgusal bir eserle bizlere bu zaman kadar duyduğumuz efsane, mitoloji, destan, tasavvuf hakkında ileri gelen düşüncelerini aynı zamanda önemli bir zat olarak  Aynalı Dede karakteriyle bizlere rüyalar ve hayaller alemine dalıyoruz. 

Raci; eden, uman, yalvaran, ümitli demek imiş. Aynalı Baba'ya göre bu tam anlamıyla insanın ta kendisidir. 

 Bu alemde kendinizi bir gün Buda Gotama ile Yokluk tepesine, bir gün Zerdüşt'ün şehrine, bir gün Kaf Dağına, bir gün Güneş sistemine.. Bir ara anka kuşunun sırtında, bir ara Azâmet deryasında, alimlerin toplantısında, berzah aleminde.. Ve sonunda Manisa Tımarhanesi'nde bulacaksınız. 

Başlangıçta açıkçası ne böyle bir kurgu ne de böyle bir üslup bekliyordum. Belki günümüz Türkçesine çevrilmiş olmasından( ki bence ne kadar çevrilse de orijinalliği bozulacağı için çok fazla bütünlüğü bozmak istemiyorlar) kaynaklı olabilir. 

Yazıldığı döneme bakacak olursak (1910) oldukça iyi bir eser olduğunu söyleyebilirim. Okurken evet keyif alarak okudum, özellikle o gazeller kısmından sonraki geçişler çok eğlenceli geldi. Yazarın yolculuklar esnasında karşılaştığı durumlar, sorularda keyif veren kısımlardı. Bütün olarak baktığımda aslında severek okuduğum ama yer yer ben ne okuyorum dediğim bir eser oldu.

Önerir miyim? Kitaplığınızda bulunuyorsa bir şans verebilirsiniz açıkçası ama şiddetle önerdiğim bir kitap değil.

17 Temmuz 2022 Pazar

TATAR ÇÖLÜ/ Dino Buzzati

 ARKA KAPAK

Tatar Çölü, 2. Dünya Savaşı sonrasında parlayan modern İtalyan edebiyatının ilk ve en usta ürünlerinden biri, çağdaş dünya edebiyatında da önemli yer edinmiş bir eser. Genç ve hevesli bir teğmenin, ilk görev yerini çevreleyen uçsuz bucaksız çölle savaşı. 

Çöl, hem teğmenin muhtaç olduğu düşmanı ondan esirger hem bizzat düşmanın yerini tutar, hem de gizemli, tarifsiz varlığıyla genç teğmeni cezbeder. Gerçek dışı, soyut bir mekanda, zamanda, zeminde, olaysızlığın ortasında insana ilişkin en can alıcı sorular...



YORUM

"Tek bir muharebe, sonra ömür boyu mutlu olması için yeterliydi."

Giovanni Drogo, askeriyeden ilk görev yeri, kuzeyinde ıssız Tatar çölü bulunan Bastiani Kalesi'ne atanan bir subaydır.  Drogo'nun Bastiani Kalesi’ne gidişi ile roman başlar. Giderken ki gelecek hayalleri, göreviyle ilgili planlarıyla kendisinin nasıl bir yaşam düşlediğini az buçuk anlatmaktadır. Kahramanımız görev yeri olan Bastiani Kalesini görüp ve üstleriyle konuşmalarından sonra  burada kalmak istemez. Üstleriyle konuşması ile 4 ay kalıp daha sonrasında görev değişimi isteyeceğini planlar. 

John Lennon'un sözüyle bir alıntı yapmak istiyorum çünkü karakterimize oldukça uyan bir söz; 'Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir.' 

Drago'nun 4 aylık macerası 30 yılı bulmaktadır. Neden bu kadar uzun sürdü, ona ne engel oldu? Bir insan neden hep erteler, umutlar mı engel olur yoksa insanın kendini gösterme çabası mı?

"Savaş mı? Siz hala savaş mı düşünüyorsunuz? Yeterince düş kırıklığı yaşamadık mı?"

Yazarın değindiği konuları kaleme alış biçimi oldukça sürükleyici olmasının yanı sıra birçok tarzda ele almış olması da kitabı akıcı bir şekilde okutuyor. Bir çok tarz dememim sebebi hem ana karakterle bir bütün halinde olmamızı sağlıyor hem de ortam ve diğer karakterlerle bütünleştirebiliyor. 

Umut gerçekten en güçlü duygulardan birisi olduğunu tekrardan yazar sayesinde bir kez daha anladım. Melankoli olarak bakılmasın ama yalnızlıktan hiçbir insan asla kurtulamaz, kurtulmamalı da bence. Çünkü insanın kendini dinlemesi, vakit geçirmesi oldukça gerekli olduğu düşüncesindeyim. Yalnızlık bir yere kadar güzel ve olumlu bir şey aslında. Diğer her şey gibi onunda bir ayarı, dozu olmalı.

Tatar Çölü aslında beklentiler kitabı olarak bir kısmını özetleyebilirim. Bir şeyler olması beklentisi, mutlu, mutsuz, heyecanlı, olaylı, olaysız daha nice beklentilerle doludur insan. Karakterimiz Giovanni Drogo ve diğer Bastiani Kalesi askerleri gibi böyle bir karakter. Belki ortamdan etkilenmişlerdir belki de değildir. 

Ayrıca dipnot olarak belirtmek isterim eser boyunca sizde diğer karakterler gibi bir beklenti içerisinde oluyorsunuz, benim birçok beklentim oldu açıkçası. Dile getiremiyorum son bölümlerin sürprizi kaçmaması adına ama karakterler bir bütün haline geldiğim bir yapıttı.

".. insan tüm gördüklerinin yalan olduğu duygusundan ve en güzel anda uyanacağı düşüncesinden hiçbir zaman tam olarak kurtulamaz."

Eseri okuyup kendi analizleri oluşturmanızı tavsiye edeceğim, size bir şeyler katacak bir kitap. 

Kitapla kalın..






15 Haziran 2022 Çarşamba

DİRİLİŞ- ÇANAKKALE 1915/ Turgut Özakman


 ARKA KAPAK

Tüm yeni nesillere eşi olmayan bir armağan daha.

Çanakkale Savaşı hiç böyle yazılmamıştı.

Tarihin en eski milletlerinden biri, ateşten geçerek, kan içinde bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, kandırılmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa diriliyordu.

60 Dakikada ölüm, yıkım, kıyım kustular. Asker korunmak için toprağa girdi, karıştı, toprak oldu sanki.

Bombardıman sone erdi. İngiliz birlikleri batı ve orta kesime, Fransızlar doğu kesime taaruza kalktılar.

Askerler, savaşmak için taşın ve toprağın altından, ölüler canlanır, ruhlar ete kemiğe bürünür gibi doğruldular. Ürpertici bir andı. Bu küçük kuvvet, uzun süngüleriyle İngiliz taburunu karşıladı, kendinden üstün birliği dağıttı, sağ kalanları Sığındere ağzına kadar kovaladı.

Takımın komutanı teğmen, takımıyla birlikte koşuyor, bir yandan da "Sömürgelerde acı çeken, soyulan, korkudan titreyen, uyanmasına izin verilmeyen, el ayak öpen, uşaklık yapan tüm zavallılar şu tavşan gibi kaçan İngilizleri görseydiler" diye düşünüyordu.

Çanakkale Savaşı, hiçbir devletin, hiçbir ordunun, hiçbir silahın, yurt sevgisinden ve milli onurdan daha güçlü olmadığını, olmayacağını öğretmekteydi.

Bu büyük gerçek her gün bir kez daha kanıtlanıyordu. Bunu yaşamak herkese yıkılmaz bir özgüven veriyordu. Bundan sonra bir dış kudretten, ancak Çanakkale`yi yaşayamayanlar, milli tarihi okuyup kavrayamayanlar ile onursuzlar ve satılıklar korkacaktı.


ALINTI

"Ne kadar yoksuluz!" Bu para değil akıl yoksulluğu.


    Biz diri, canlı, hayat dolu, duyarlı, dikkatli, bilinçli, bağımsızlığa aşık, gururuna düşkün bir millettik. Ne oldu bize?    



YORUM

"Çanakkale  Savaşı, hiçbir  devletin, hiçbir  ordunun, hiçbir  silahın yurt sevgisinden ve milli  onurdan daha güçlü  olmadığını, olamayacağını öğretmekteydi ."

Turgut Özakman 'ın eserlerini benim gibi tarih okumakta zorlananlar için gerçeklikten kopmadan, bir milletin geçmişini romanlaştırarak okutabilen bir yazar. Eserlerini belgesel roman tarzında yazdığı için dediğim gibi oldukça akıcı bir şekilde geçmişi gözünüzün önüne getirtebiliyor.

İlk okuduğum Şu Çılgın Türkler yayınlama tarihi olarak birinci olmasına rağmen aslında ilk kitabı Diriliş Çanakkale 1915 eseri. Gerek olayların araştırılması gerek kendine güveni ve birkaç olaydan gelişen sebeplerden ötürü ikinci eseri olarak gözüküyor. Türkiye Üçlemesi olarak bir seri halinde yayımlamak amacıyla önsöz kısmında yeterli açıklamaları bulabilirsiniz.

Okurken etkilenmeyecek birini tanımıyorum açıkçası. Her sahnesi gözümün önünde canlanıp, gerçekten belgesel izliyor gibi okuduğum eserlerden.


Çanakkale sadece Çanakkale'de olup biten bir olay değil. Bunun öncesi oldukça önemli. O tarihteki fikir akımlarının önemi; ayrıca bir de kadın hareketi var, bu da çok önemli. Yavaş yavaş gerçekliği görmeye, farkımızı anlamaya başlangıçlar..

İki sene evvel Balkan Savaşı yapılmış, 600 yıllık bir imparatorluğun dev iki ordusu, birkaç yıl evvel kurulmuş dört küçük ülkenin ordusundan bozguna uğruyor. Bulgar ordusu İstanbul'un eşiğine, Çatalca'ya kadar geliyor. Ve herkesin umutları tükenirken nasıl olurda bu ordudan Çanakkale ordusu nasıl çıkıyor? 

Diriliş Çanakkale 1915 eseri nasıl, neden sorularını cevaplayan eser..


"Tarihin  en eski  milletlerinden biri, ateşten geçerek,  kan içinde ,  bir daha  uyumamak, benliğini  unutmamak,  kandırılmamak , sömürülmemek , ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa diriliyordu."

13 Haziran 2022 Pazartesi

ESİR ŞEHRİN İNSANLARI (Esir Şehir Üçlemesi 1.Kitap)/ Kemal Tahir

 ARKA KAPAK

Kemal Tahir’in Mütareke dönemi aydınlarını anlattığı “Esir Şehir” üçlemesinin ilk kitabı olan Esir Şehrin İnsanları’nda Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki sivil aydınların durumu ele alınır. İmparatorluk ordularının yenilgiyi kabullenip silahlarını teslim ettikleri bir dönemde aydınlar en umutsuz koşullar altında savaşı üstleneceklerdir.

Türk edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Kemal Tahir bütün yapıtlarıyla İthaki Yayınlar’nda.




ALINTI

"Harpte değilim, diye hiç üzülmeyin. 'Sultanahmet Mitingini'ni görmedim, diye üzülmelisiniz! Kadınlar, muhallebici dükkanlarında, tiyatrolarda kendileri için gerilen kafesleri, tramvaylarda, vapurlarda çekilen perdeleri bir yıkış yıktılar ki.. "

"Kamil Bey, dünyada zanaat özelliklerinin çokluğuna şaşıyor, bunların varlığından bile şüphelenmeden yaşayıp ölenleri, hem de kendilerini bilgiç sayarak göçüp gidenleri düşünerek ürküyordu."

"Mustafa Kemal Paşa olmasaydı biz ne yapardık düşünsenize! Ama biz de olmasaydık, yani ona inanan millet olmasa Mustafa Kemal Paşa ne yapardı?"


YORUM

"Oysa esir bir şehirde, dost kim, düşman kim, bilinmez!"

Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmasından sonraki dönemi anlatan bir kitaptır. Kitabın ana kahramanı Kamil Bey; yüksek eğitim almış, Avrupa dillerini bilen ve birçok Avrupa ülkesini görmüş kültürlü bir paşa oğludur. 

İçine düştüğü ekonomik sıkıntılar onu öz vatanına, İstanbul'a dönmesini zorunlu kılmıştır. Tüm düşüncelerinin, o kadar bolluk, birikimden sonra ve hayata başka açıdan bakan birinin kendi milletinde bunları görememesi.. Bu durumdan şikayetçi olmaya başlaması ile karşısında çıkan eski, beklenmedik kişilerden gelen rica üzerine hayatını değiştirmeye fırsat bulan Kamil Bey ile birlikte , Milli Mücadele hakkında doğruları öğrenerek vatanına karşı görev bilinciyle hareket etmeye başlayarak bizlere tekrardan o dönemlere götürerek, bu günlere nasıl geldiğimizi bizlere hatırlatıyor. 

Özellikle şuan ki durumumuzu göz önüne alarak bu eserin ve daha niceleri tekrardan okumak gerektiğini söylemek isterim.

Esir Şehrin İnsanları kitabından önce Turgut Özakman'ın Diriliş Çanakkale 1915 kitabını bitirmiştim. O eseri okurken savaşta olmamızın yanı sıra halktan da bölümler olmasına rağmen, İstanbul'un durumu, orada ki halkı çok merak etmiştim. Tahir'in bu eseriyle de Kamil Bey sayesinde bu merakım da giderilmiş oldu açıkçası.

Farkında olmadan, tesadüf eseri böyle bir okuma yaşadığım için oldukça keyifliyim ve eğer siz okumadıysanız bu tarz bir okuma yapmanızı şiddetle öneriyorum.

Gelelim Kemal Tahir 'e kalemini az çok anlamışsınız ilk kez denk geliyorum, açıkçası bu kadar güzel bir kalem, üslup ve akıcılık beklemiyordum. Tarihi eserler benim gözümü hep korkutmuştur ama artık o kadar da korkutucu gelmiyor bunu edebiyatımızın güzel yazarlarıyla yıkabildim. 

Tabi ki edebiyat, sanat gerçekliği kendince yansıtsa da gerçekliğini teyit ettirebilmek için birkaç bölümde internete başvurduğum yerler oldu. Bu okumayı daha keyifli, bilinçli hale getiriyor. 

Grup okuması olduğu için sadece birinci kitabı alıp almamak konusunda tereddüt etmiştim ama iyi ki set halinde almışım, direk ikinci eserine başlayarak devam ediyorum Esir Şehir Üçlemesine..

"Gittikçe daha iyi anlaşılıyordu ki Anadolu da yapılan iş, yalnız vatanı düşmandan kurtarmak boğuşması değildi. Bunun bir başka anlamı, bir başka amacı olmalıydı. Eğer harekete bu başka anlam verilmez, boğuşma bir başka amaca yöneltilmezse, savaşı kazanmanın bile hiç değeri kalmayacak, orada bugün ölenler yarın ölecekler, tıpkı bunlardan önce yıllar yılı, bazı yenmiş, bazı yenilmiş olarak can verenler gibi kaynayıp gideceklerdi.."

22 Mayıs 2022 Pazar

BİR İDAM/ George Orwell

 ARKA KAPAK

İnsanların çoğu aşırı bencil değildir. Yaklaşık otuz yaşından sonra bireysel hırslarından vazgeçip –hatta çoğu durumda neredeyse birey olduklarını unutup– temelde başkaları için yaşamaya başlar, hayatın yükünün altında ezilirler. Ama sonuna kadar kendi hayatını yaşamayı kafaya koymuş yetenekli, inatçı bir azınlık da vardır; yazarlar da bu gruba mensuptur.

George Orwell, 1984 ve Hayvan Çiftliği romanlarında ortaya koyduğu romancı yönünün yanı sıra döneminin düzyazı ustalarındandı. Bir İdam, yazarın bu yönünü sergileyen biri kitap uzunluğunda dört makaleyi bir araya getiriyor.


YORUM

Orwell genelde roman eserleri ile tanınıyor. Bir İdam eserini de başlangıçta roman sanmıştım ama öyle değilmiş. 

Eser dört bölümden oluşuyor. Eserin isminin hikayesi de Orwell'in Burma' da görev yaptığı sırada tanıklık ettiği bir idamın hikayesinin gelişimini ele alıyor. Diğer bölümlerin başlıklarıyla sırasıyla, Yazma Sebebimde de anlaşılacağı üzere yazarlık serüvenine nasıl başladığını anlatırken, Sanat ve Propagandanın Sınırlarında savaş çağında sanatın ve edebiyatın konumu üzerine düşüncelerini paylaşıyor. İngiltere’de Nazi işgalinin her an gerçekleşebilecek bir ihtimal olduğu, Londra’nın üstüne bombalar yağdığı bir dönemde yazılan Aslan ile Tek Boynuzlu At bölümünde Orwell, sosyalist devrim gerekliliğini vatansever duygularıyla ve ülkesinin kimliğiyle uzlaştırmaya çalışıyor. 

Eser aslında Orwell 'ı düşüncelerinin açık bir şekilde görebilmemizi sağlıyor. 1984 veya Hayvan Çiftliği eserleri biraz kurgu niteliği taşımasına rağmen orada da aslında görüşlerini dile getiriyordu. Bu eser biraz da tarihi, siyası bakımdan yoğun ve yalın.

Benim keyif alarak okuduğum bir eser oldu. Çoğunluk, ağırlıklı olarak İngiltere milleti hakkında bilgiler içerdiği, sorunlara karşı ne yapılması gerektiği hakkında öneriler, düşüncelerini oluşturduğu bir eser.