14 Temmuz 2021 Çarşamba

SİMYACI/ Paulo Coelho


 ARKA KAPAK

Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye'de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlâ­nâ'nın ünlü Mesnevî'sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir "klasik" yapıt haline geldi.


Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir "nasihatnâ­me"; "Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?" gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. 


Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor.


ALINTI

"Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilirler bunları."


"Bana öylesine alıştılar ki, saat düzenimi biliyorlar, dedi kendi kendine alçak sesle. Bir an daldıktan sonra, 'Tersi de olabilir, 'diye düşündü. Hayvanların saat düzenine belki de kendisi alışmıştı."

".. Ya da kitaplar, dinlemek isterseniz size ilginç öyküler anlatır kitaplar. Ama insanlarla konuşurken durum başka, öylesine tuhaf şeyler söylerler ki, konuşmayı nasıl sürdüreceğinizi bilemezsiniz."


YORUM

"Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, Evren'nin Ruhu'nda bu istek oluşur. Bu senin yeryüzündeki özel görevindir."

Santiago ta en başından seçtiği meslek ile kendi yüreğini dinleyen ve amacından vazgeçmeyen bir karakter. Çobanlık yapan Santiago, koyunların kırpılması için Tarifa da bir yün tüccarına gitme zamanında terkedilmiş ve bir zamanlar ayin eşyalarını konduğu yerde kocaman bir firavuninciri büyümüş olan kilise de konaklar. Burada uykuya dalar ve haftalardır gördüğü düşün aynısını burada görür. Bu düşün bir anlamı olması gerektiği düşüncesi peşini bırakmaz ama bir düşün peşine de düşmek macera sever kendisine bile biraz uçuk gelir.

Tarifa’ya geldiğinde düş yorumcusu bir yaşlı kadının olduğunu anımsar ve yaşlı kadını yanına gider. Falcı kadın Santiago’yu çok şaşırtır. Santiago’nun Mısır piramitlerine gideceğini orada bir hazine bulup zengin olacağını söyler. Falcının yanından ayrıldıktan sonra kasabada bir sırada otururken Salem Kralı olduğunu söyleyen yaşlı bir adamın yanına oturur. Falcı kadının söylediklerinin benzerlerini o da dile getirir. Santiago tabi ki falcı kadının dediklerine kulak asmadığı gibi bu kralım diyen kişiyi de önemsemez. Lakin  Salem Kralı Santiago'nun kendisi dışında kimsenin bilmediği olayları anlatması ile krala inanır. Ve Mısır piramitlerine olan yolculuğu başlar.

Simyacı çok satanlar listesinden düşmeyen bir kitap. Yazarın kalemini aslında çok başarılı buluyorum ve seviyorum lakin Simyacı eserini erteleyip duruyordum. Okuyup bitirdikten sonra iyi ki bekletmişim dediğim bir okuma yaşadım. Okuduğum dönemden kaynaklı benim üzerimde bıraktığı hissiyat çok değerli ve anlamlıydı. 

Karakterin bu kadar içten yaratılması okumayı kolaylaştırdığını dile getirebilirim. Verilen kararlar, kazanılan deneyimler, öğrenilen bilgiler ile dolu dolu bir eser Simyacı.

 Popüler olmasının sebebini anladım hem bu kadar yalın hem bu kadar içten bir karakterin varlığından ötürü insanlar bu kadar sevmiş. Tam hayattan kopmuşken tekrar bağlanma kitabı.


12 Temmuz 2021 Pazartesi

KOLEKSİYONCU/ John Fowles


 ARKA KAPAK

Koleksiyoncu, bir kelebek koleksiyoncusuyla, aşık olarak kaçırıp zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki "mecburi" ilişkinin romanıdır görünürde. Ama Fowles'un olağanüstü üslubu ve ustalığıyla, bu ilişki, başka birçok ilişkiye de gönderme yapmakta, ahlaki kaygılarla baskı altına aldığımız yabanıl doğallığımız içinde, aslında neyi nereye kadar haklı ve geçerli bulabileceğimiz gerçekliğiyle bizi yüzleştirmektedir.

Farklı yolculuklara açık bir kurgusu olan bu roman, sadece kendimize göre haklı olan bir tutku adına yapabileceklerimizin ikna edici ve masum bir anlatısı olarak okunabileceği gibi, içimizdeki "iktidar" ve "teslim olma" isteğinin hangi şartlarda ortaya çıkabileceğinin alıntısı olarak da okunabilir. Ya da iki ayrı sosyal tabakanın birbirine yakınlaşma çabalarının, aslında alt sınıfın üst sınıfa yaranma, üst sınıfın ise öğretmenlik kisvesine bürünerek "yığınları" mümkün olduğunda kendisinden uzak tutma kaygısından başka bir şey olmadığının çarpıcı bir anlatısı olarak da yorumlanabilir.

Sadece bir psikolojik gerilim romanı olarak okunduğunda bile inanılmaz tatlar alacağınız Koleksiyoncu, bunun ötesine geçmekten ve kendi karanlıklarıyla yüzleşmekten korkmayanlara... Ya da Fowles'un dediği gibi, "Her insan kendisi için bir giz olmalıdır" sözüne inananlar için...


ALINTI

"Günümüzde, insanlar her şeyi hemencecik elde etmek istiyorlar, arzularını canları çektiğinde hiç beklemeden tatmin etmenin peşindeler."

"Hayatı dolu dolu, keyfimce yaşamak istiyorum. Yeteneklerimi boşa harcamak istemiyorum. Güzelliği yaratmak istiyorum."

"Bu korkunç karanlık sessizlikte, sanki kendimi normal hissediyormuş gibi yazıyorum. Ama değilim. Öylesine hasta, öylesine korku dolu, öylesine yalnızım ki. Yalnızlık dayanılmaz."

"Eğitimsizden ve cahilden nefret ediyorum. Kendini beğenmişten ve sahteden nefret ediyorum. Kıskançtan ve kızgından nefret ediyorum. Kabadan, sıradandan ve alçaktan nefret ediyorum. Kalın kafalı ve küçük insanlardan nefret ediyorum."




YORUM

"Onu unutacağımı sandığım da olmuyor değildi. Ama unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi."

Saplantılı bir aşık olan Ferdinand' ın bir piyango kazanmasıyla başlıyor hikayemiz aslında. Kazandığı piyangodan yüklü bir miktar para alan Ferdinand çalıştığı işten ayrılması ve bulunduğu konumdan uzaklaşması kafasında kurduğu planların başlangıcını simgeliyor bir nevi. Aynı caddede oturduğu ve birkaç yıldır normal olmayacak şekilde sevdiği kızı ,Miranda, kaçırma planını kuruyor.

Başlarda her şey normal gözükürken Ferdinand'ın düşüncelerinin gittikçe hastalık haline gelmesi, sadece kafasında olan şeylerin yapsam nasıl olur diyerek uygulamaya geçmesiyle her şey ürkütücü bir hal alıyor. Ve kendini haklı bulmasının nedenlerinden biri ise parası olmadığı için birçok insanın bu tarz şeyler uzak durduğunu düşünmesi. Bir nevi doğru ama oldukça da ürkütücü bir analiz aslında.

İlk sayfalarda açıkçası Ferdinand hakkında görüşlerim oldukça olumluydu başından geçen olaylar ve yaşadığı durumlar hakkında bilgi sahibi oldukça insan biraz hoşgörü ile yaklaşabiliyor. Ta ki asıl mevzuya gelene kadar..

Oradan sonrası hakkında düşüncelerim tam tersi haline almaya başladı. Bir insanın başka bir insanın üstünde hak sahibi olduğunu iddia edemez. Özellikle aşk adı verilen duygunun ardına sığınarak. İnsanların aşk tanımı gerçekten garip. Gerçi bu eserde hastalıklı birini ele alıyoruz lakin günümüzde hasta gözükmeyenlerde bu düşünce yapısına sahip olabiliyor. Çok basit örnek verecek olursam ilişki konusunda her iki cins için de geçerli bu eğer birbirlerini kıskanmıyorlarsa sevmiyor diye düşünmek ne kadar doğru ve mantıklı? 

Eserin her iki karaktere de yer vermesi oldukça güzel ve anlamlıydı. Av ve avcının duygularına şahit oluyoruz. Miranda 'nın bölümünü okurken kendinizi orada, karakterle bütünleşmiş bir halde buluyorsunuz. Etkilendiğim bir bölüm olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

  Sonu tahmin ettiğim gibi bitti ama bir yanım öyle bitmemesi için umut ediyordu. Yine de tatmin olduğum bir eser okumasıydı.



25 Haziran 2021 Cuma

KAYIP TANRILAR ÜLKESİ/ Ahmet Ümit


 ARKA KAPAK

Berlin Emniyet Müdürlüğü’nün cevval başkomiseri Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker, göçmenlerin, işgal evlerinin ve sokak sanatçılarının renklendirdiği Berlin sokaklarından Bergama’ya uzanan bir macerada, hayatı ve insanları yok etmeye muktedir sırların peşinde bir seri cinayetler dizisini çözmeye çalışıyor. Soruşturmanın Türkiye ayağında sürpriz bir ismin olaya dahil olmasıyla heyecanın dozu gitgide artıyor.

Kayıp Tanrılar Ülkesi, Zeus Altarı ve Pergamon Tapınağı’nın gölgesinde mitlere günümüzde yeniden hayat verirken, suçun çağlar ve kültürler boyu değişmeyen doğasını bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor.

“O yüzden unuttuk dediğiniz yerden başlayacağım. Unutmanın bedelini ödeyecek unutanlar. Cezaların en şiddetlisiyle ödüllendirilecek saygısızlık yapanlar, kalbi yerinden çıkarılacak beni kalbinden çıkaranların, yüzlerinin derisi yüzülecek benden yüz çevirenlerin…”


ALINTI

"Çünkü insan denen mahlukun en önemli niteliklerinden biri unutmaktı. İyiliği de kötülüğü de, acıyı da mutluluğu da, korkuyu da sevinci de unuturlardı. O yüzden aynı hataları tekrarlardı."

"Çocuklarından nefret edenler sonsuza kadar nefretle anılacaktır. İster ölümlü olsun, ister ölümsüz, kendi soyuna ihanet edenler, ihanetin en korkuncuyla cezalandırılacaktır."


YORUM"Bilgelik yaşanılmış olanı anlamakla başlar, ki zaten geçmişi bilmeyen bugünü kavrayamaz. O yüzden kahinler gelecekten çok geçmişte neler olduğuna bakarlar. Geçmiş, geleceği içinde saklayan sırlarla dolu bir aynadır."



YORUM

"Babasının gölgesinde yaşayan çocuklar asla büyüyemezler. Babasına muhtaç olanlar hiçbir zaman özgür olamazlar. Babalarının merhametine sığınan oğulların yaşamaya hakları yoktur."

Mitoloji ve arkeolojiyle bütünleşen edebi bir polisiye eserini okumak uzun zamandır aradığım bir eser olduğunu okuyana kadar fark edememiştim. Ayrıca sevdiğim bir kalemden okumak ise ayrı bir zevk yaşattı.

Kayıp Tanrılar Ülkesi, Almanya-Berlin de Yunan Mitolojisinin izlerini, hikayesini taşıyan bir cinayete tanık oluyoruz. İşlenen cinayetin birçok nedeni olabilir. Berlin Emniyet müdürlüğü baş komiseri Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker'in bu sıra dışı olayın çözümlemesini okumak oldukça heyecan verici.

Kitap içerisinde Zeus’un gözünden bir Olimpos turuna da çıkıyoruz. Olayları anlayabilmek için yapılan bu bölüm o kadar sürükleyici ve etkileyici ki bu bölümler olmasaydı eminim eser çok sönük kalacaktı.

Ayrıca mitoloji dışında değinilen, Berlin’de yaşayan Türkler ve yabancılar topluluğunu, geçmişte kötü bir soykırımla anılan Nazileri, Türklerin ve Avrupalıların arkeoloji çalışmaları kapsamında karşılaştırılmaları gibi birçok konuya yer verilmesi oldukça geniş bir alanda çarpıcı bir eser olduğunu tekrar göstermekte.

Gelelim polisiye kısmına, yeni bir karakterimizle karşı karşıyayız. İlerde devam eder mi bir bilgim yok ama çeşitlilik fena sayılmaz. Türk asıllı Almanya vatandaşı baş komiser Yıldız Karasu. 

Yıldız'ın cinayet mahallinde gösterdiği tutumlar oldukça cezp edici olmasına rağmen katil adaylarına gösterdiği tutumlarının tutarsızlığı, olay yerinin detaylandırılmaması gibi eksikler vardı. Yani Nevzat baş komisere alıştığımdan mı bilemiyorum ama biraz sönük kalmıştı.

Cinayet sebeplerinin çok fazla nedene sahip olması heyecanı ayakta tutan bir etkendi lakin ortalara geldiğimde  nedenleri gözden geçirince aslında katilin bariz bir şekilde belli olması polisiye konusunda tatminsizlik yaratmadı dersem doğru olmaz.

Şöyle genel bir özet yapacak olursam esere verilen emeği gerçekten hissedebiliyorsunuz ki yazarı da takip eden biri olarak uzun bir süreç içerisinde yazıldığı su götürmez bir gerçek. 

Ve son sayfalarda çok güzel bir sürpriz sizi bekliyor. Ben oraya geldiğimde oldukça sevinmiştim. 

Çok fazla uzatmadan kesinlikle okumalısınız dediğim bir eser oldu Kayıp Tanrılar Ülkesi..


23 Haziran 2021 Çarşamba

BÜYÜK VURUŞ/ Harlan Coben


 ARKA KAPAK

Amerika Açık Tenis Turnuvası sarsıcı bir cinayete tanıklık etmiştir. Eski profesyonel tenisçilerden Valerie Simpson öldürülmüştür. Ancak bu cinayetin ardında, birçok ismin büyük roller oynadığı, karmakarışık ve esrarengiz bir senaryo gizlidir. Cinayet basit ırkçı bir yaklaşımın ya da küçük bir hırsızlığın ürünü müdür? Yoksa işin içinde çok daha karmaşık birtakım ilişkiler mi mevcuttur? Araştırmalar tüm hızıyla sürmektedir ve nihayetinde erişilen sonuç ise, aslında hiç kimsenin kolayca tahmin edemeyeceği kadar çetrefilli ve ironiktir. 

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.



YORUM

Bolitar serisi hız kesmeden devam ediyor. Coben'in kalemine bu kitabıyla daha çok alıştığımı hissetmeye başladığımı söyleyebilirim.

İlk bakışta  birbirleri ile hiçbir alakası yokmuş gibi görünen ve hatta ilk ikisi altı yıl önce islenmiş tam dört cinayetle baş başayız. 

Myron, temsilciliğini yürüttüğü tenisçi Duane in maçlarıyla ilgilendiği turnuva sırasında, eskiden tenis kraliçesi olarak tanınan ama bazı yıkıcı sebeplerle sahalardan uzaklaşan Valerie nin öldürülmesiyle başlangıç noktamız. 

Kurgu ve kalemin akıcılığı, Myron ve Win ikilisinin zekaları ve esprileri ile bir oturuşta bitirdiğim bir kitap oldu. 

Tahmin edilemeyecek bir son değil ama kuşkuları sonuna kadar taşıyan bir eserdi. Ve polisiye de ben tam olarak bunu seviyorum diyebilirim. Katilin kim olduğu, neden işlediği, nasıl işlediği kısımları ipuçlarını takip ederek ilerlemek ve üstüne üstlük dedektiflerin de oldukça uyumlu ve esprili olması gerçekten muazzam bir yapıt ortaya çıkarıyor.

Myron'un zekası ve esprilerini çok sevsem  de bu ikili arasında bir seçim yapsam Win'i seçerdim galiba. Hayalet gibi ortalıkta dolanması, tereddüt etmeden işini yapması oldukça etkileyici.

Serinin üçüncü kitabı Zor Oyun yorumunda görüşmek üzere..




21 Haziran 2021 Pazartesi

RUH ADAM/ Hüseyin Nihal Atsız


 ARKA KAPAK

Türk edebiyatında pek alışılmamış çeşitte bir romandır. Müellifin tarihî romanlarını okumuş olanlar, tarihî bir roman gibi başlayan bu eserin öyle olmadığını görecek, sayfalar ilerledikçe kendilerini aşırı bir sembolizmin içinde bulacaklardır. Bir tarih çeşnisinin de yer aldığı roman, yaşamanın gayesini yalnızca askerlikte bulan bir subayın hayatıdır. Tabiatüstü olaylarla anlatılan bir hayat hikâyesinin, dikkatle bakıldığı zaman, gerçeklerin sembollerle çerçevelenmiş ifadesinden başka bir şey olmadığı görülecektir. «Ruh Adam», kendi nefsi ile mücadele eden bir insanın macerasıdır. Edebî-ruhî tahlilini yapanlar, eserin hakikaten bir roman mı, yoksa yaşanmış bir hayat mı olduğunu kestirmekte hayli tereddüde düşeceklerdir.


ALINTI

"Bana insanlardan mı bahsediyorsun? demişti. İnsanlar mazide ve tarihin yaprakları arasında kaldılar. Bu gördüklerin birer karikatürden başka bir şey değildir."

" Hakikaten şu insanların pek müz'iç mahluklardı. Kendi akıllarının üstünlüğüne inanarak başkasına öğüt vermekten vazgeçmiyorlar, fakat kendi gülünçlüklerini, zavallılıklarını da bir türlü idrak edemiyorlardı."

"Kendilerini yalnız ve kimsesiz sananlar, çevrelerinde dostlar gördükleri zaman nasıl bir inşirah duyarlarsa Ayşe de onu duyuyor, gönlünün ah u zar ile dolu olmasına rağmen yaşamaktaki zevki tadıyordu."

"Sevginin niçini olmaz ki efendim.. Düşünsem belki makul bir sebep bulabilirim. Fakat bu hakiki sebep olmaz. Çünkü biz önce severiz. Sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız. Bu da hodbinliğimizden doğar efendim."


YORUM

"Bütün hayatınca geri dönmek ve pişman olmak nedir bilmeyen bir adamın ruhundaki kavganın sonundan cidden korkulurdu."

Atsız'ın kalemi ile ilk kez bu eseriyle tanışıyorum. Yazar hakkında bilgim aslında yok denecek kadar azdı. Eserini okuduktan sonra hem kitabında ki düşünceleriyle hem de internet araştırmalarıyla tanımaya başladığımı söyleyebilirim.

 Gelelim eserin konusuna, Ana karakterlerden Selim Pusat, birisi geçmişten bu güne kadar gelen diğeri de günümüzde yaşayan iki hayatın içselleştirerek bir kişinin ruhunda birleştiği iki öyküden oluştuğunu söyleyebiliriz. Peki kiminle içselleştiriliyor? Selim Pusat, Mete’nin ordusundaki kaderini benzer bir şekilde günümüzde de yaşayan ve bunun ruhsal sancılarını ve halüsinasyonlarını yaşayan bir askerdir.

 Yüzbaşı Burkay evdeşinin iyiliğine kötülükle karşılık vermiş, eşini yasak bir aşk ile aldatmıştır. Bu yüzden Yüzbaşı Burkay’ın ruhu dünyaya her gelişinde bu ıstırap ile yaşar. Nitekim  son asırdaki Selim Pusat kimliği ile  edebiyat öğretmeni eşi Ayşe ile de evli iken  gönlünü yine bir başka kadına kaptırmış bu nedenle de bu çağda da bu ıstırapları yaşayan  birisi olarak karşımıza çıkmıştır. 

Aslında sadece aşk üzerinden ilerlemek doğru olmaz. Selim Pusat'ın kralcılık yaptığı gerekçesiyle askerlikten atılan bir kişidir. Askerlik kavramıyla adeta bütünleşmiş bir kişiliğe sahip olması hayatını özetlemekte aslında.

Öyle ki sevdiği ve dinlediği tek müzik askeri marşlardır, insanlarla iletişimi yaşadığı olaylardan sonra girdiği az sayıda ki diyaloglarda da sürekli konuyu askerliğe getirmekte veya sohbetteki tutumları hep askeriyenin katı ve soğuk mizacına göre yapmaktadır. 

Atsız'ın bu romanı kendinden büyük parçalar barındırdığı söylenmekte ki eseri okurken gerçekten de yazar kendini anlatıyor hissiyatı vardı.

Eserin tarih ve edebiyatla iç içe olması oldukça keyifliydi. Keyifli yapan aslında yazarın eserin içinde gizlediği okuduktan sonra fark edilecek düşünceler vardı. Örneklendirmek gerekirse, kader ortağı olan Şeref adlı karakterin cümleleri, seçilen şiirler gibi birçok örnek var. Spoiler vermeden bu kadar bahsedebiliyorum ama okuyunca hatta okuduktan sonra ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Başlangıç ve sonu güzel bir uyum içerisindeydi. Severek okuduğum bir eser olduğunu söyleyebilirim. 

Kitapla kalın..




20 Haziran 2021 Pazar

ANAYURT OTELİ/ Yusuf Atılgan


 ARKA KAPAK

Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde. Defteri kapadı. Ne gereği vardı artık bunları yazmanın ya da birkaç satır yazıp bırakmanın?

Çağdaş edebiyatımızın en ünlü kişilerinden Zebercet, yaşamını günlük yaşamın gerektirdiği en basit işlevlere odaklamış biri. Görünüşüyle son derece gerçek, basit ve sıradan. Ama içimizde bıraktığı etki öyle mi? Yusuf Atılgan’ın unutulmaz romanı Anayurt Oteli, bir memleket portresi, bir mizaç izahı. Yayımlandığı ilk günden bu yana başucumuzda. Okura düşen de onu daha yakından tanımak. 

YORUM

Anayurt Otelinin sahibi Zebercet otelinden sadece tıraş olmak için ayrılan, çevresiyle iletişimi sadece müşterileriyle sabit kalan, iç dünyasında fazlasıyla iç içe kalan biridir. Bir gün Ankara treni ile otele gelen güzel bir kadının ertesi gün bir hafta sonra tekrar geleceğini söyleyerek otelden ayrılması üzerine Zebercet 'in hayatı tamamıyla değişir. 

Zebercet her gün kadının kaldığı odaya girer ve geceleri, içinde o kadının da olduğu düşler kurmaya başlar, kadınla olan konuşmalarını tekrar edip durur. Kadını takıntı haline getirir ve odadaki hiçbir şeyi değiştirmeyerek de kadının tekrar geleceği günü bekler.  İşler iyice sarpa sararak otele gelen müşterileri kabul etmemeye başlar ve en sonunda oteli dışarıya kapatır.  Otel kapanınca yanında çalıştığı ortalıkçı kadın köyüne dönmek ister. Ve asıl sorun tam olarak burada meydana gelir.

Spoiler vermeden konuyu burada kapatıyorum. Kendi düşüncelerime gelecek olursak; Yazarın kalemiyle tanışmam  Aylak Adam eseriyle olmuştu. Orada kalemini ve kurguyu çok sevmiştim. Bu eserini de oldukça merak ederek başlamıştım ama umduğum gibi ilerlemedi. Midemi bulandıran bir karakter Zebercet, kitabı ne kadar yarım bırakmak istesem de sonuna kadar gitme huyum sayesinde bitirebildim.

Eser insanın içini sıkan, rahatsız eden, akıcı olmayan aynı zamanda mide bulandıran bir kitap. Her zamanki okuma şekli yapıldığında Zebercet karakterini görme şekliniz cinsel dürtüleri ağır olan, şiddete eğilimli, kendi içinde çelişen, karanlık bir karakter olacaktır. Kitap bittiğinde, Zebercet in yazılma amacını anlamaya başladığınızda kitapta bir nevi  anlam kazanmaya başlayacaktır. Zebercet, derinlerde gizlenmiş yasaklı olan şeylerin bilinçaltımızı dışa yansıtmış, toplum baskısından kişiliğini ortaya çıkaramayan, hayata tutunmakta sorun yaşayan bir karakter. 

İnceleme bakımından bakılacak olursa belki sevilebilir lakin diğer türlü beğendiğimi söyleyemem.

Naçizane tavsiyem yazarın kalemiyle tanışmadıysanız Aylak Adam eseriyle tanışmalısınız.

Kitapla kalın..